Gül oyun bitmedi mi dedi?

güll

1 Kasım seçimleriyle de siyasete dönmeyen 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün siyasete dönüp dönemeyeceği merak konusu olmaya devam ediyor. Döneceğine dair ufak sinyaller veren Gül’ün Ak Parti ile mi yoksa bir parti kurarak mı döneceği de bir muamma. Gazeteci Murat Yetkin Radikal’deki yazısında Gül’ün oyunu bırakmadığı mesajı verdiğini yazdı.

İşte o yazı:

Gül’ün “Ben buradayım, oyunu bırakmadım” mesajı, AK Parti listesine son anda eklendiği ortaya çıkan Ali Babacan ve Beşir Atalay’da gizli…
Onbirinci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 17 Eylül akşamı NTV canlı yayınına çıktı.
Bu, 10 Ağustos 2014’de cumhurbaşkanı seçilen Tayyip Erdoğan’a görevini devretmesinden sonra kendisini kapsamlı olarak gazetecilerin sorularına ilk açışıydı.
Beklentiler vardı. Mesela bir akşam önce TÜSİAD davetinde etkili sanayiciler Gül’ün ne diyeceğini çok merak ediyorlardı. Sadece sanayiciler de değil, siyasetçiler, en çok da AK Partililer.


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısına muhalefetin güçlü bir seçenek çıkarmadığı ortamda, toplum AK Parti içinden bir seçenek mi arıyordu?
Gözler bu nedenle bir kez daha Gül’e mi çevriliyordu?
Belki de… Çünkü, canlı mülakatın tanıtımının yayımlanmaya başlamasından itibaren adeta yağmaya başlayan “Şunu da sorun” yönündeki okur, izleyici taleplerinin belki yüzde sekseninden fazlası şu soru üzerine yoğunlaşıyordu: Gül ne yapacak?


Sorduk, ısrarla, iki, üç defa sorduk. Ertesi gün yayınlanan kimi yorumlara göre Gül bu sorulara ortadan, kaçamak cevap verdi.
Bu eleştirilerin haklı bir yanı olabilirdi. Ne de olsa bu soru Gül’e 2014 başında, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinden itibaren soruluyordu, o da “Bu partiyi kuranlardanım, bu benim partim” diyor, ama “Bu gidiş yanlış, adaylığımı koyuyorum” demiyordu.
Öte yandan Gül’ün şu aşamada sert sözlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu başkanlığındaki AK Parti’ye sert bir çıkış yapmasının, belki tıpkı Bülent Arınç gibi dışlanması, sadece onun değil, Beşir Atalay, Ali Babacan gibi ekip arkadaşlarının da ayağının kesilmesi dışında bir sonucu olmayabilirdi.


Kaldı ki bu Gül’ün siyaset üslubu hiç olmadı.
Bir örnek vereceğim. Sadece Dışişleri sözcüleri değil, genel olarak bütün diplomatlar –ki bütün dünyada böyledir- gerektiğinde hiç bir şey söylemeden çok şey söylüyormuş gibi yapma yeteneğine sahiptirler.
Size bir konuyu en çarpıcı sözcüklerle süsleyerek anlatırlar, ama notlarınıza dönüp baktığınızda yeni hiç bir şey söylemediklerini görürsünüz; bazı edebiyatçılar da öyledir.


Gül bunun tam tersidir.
Söyleyeceklerini söylemiyormuş gibi yapar. Dinlerken dikkatinizi iyice toplamazsanız ne dediğini kaçırabilirsiniz, konuyu önemsizleştiriyormuş gibi yapar, bazı cümleleri adeta kasıtla yarım bırakır.
Sonra notlarınıza baktığınızda, yani sözü yazıya döktüğünüzde görürsünüz ki, aslında pek çok şey söylenmiş.


Aslında bu yazıyı uzatabilirim, çoğu zaman –belki okuru bıktırma pahasına- ayrıntılı örnekler vererek yaptığım gibi.
Ama bu defa yapmayacağım, bir tek müsadenizle Gül’ün ilk defa geçen yılki kongreye çağırılmamasına “Allah’ın bildiğini ne saklayayım?” vurgusuyla “alındığını” söylemesini aktarmakla yetineceğim.
Çünkü Gül’ün aslında ne demek istediğini ve bunu yine pamuklara sarmalar sararken aslında bayrak açmaktan daha etkili olduğunu uzun uzun değil, kısaca anlatmak lazım; tam cümlelerini merak ederseniz nasıl olsa bulup okursunuz.


Gül, içeride dışarıda, AK Parti içinde dışında, dostuna düşmanına aynı mesajı verdi 17 Eylül’de, yani 1 Kasım seçimleri için AK Parti milletvekili aday listeleri belirlenmeden bir gece önce.
Gül’ün Ali Babacan ve Beşir Atalay sorulunca verdiği yanlış olacağı tepkisinden bir gün sonra, yani 18 Eylül’de ne oldu hatırlıyorsunuz değil mi?
Sabah saatlerine dek liste üzerinde Beştepe’de Saray’da çalıştıktan sonra Erdoğan Davutoğlu ile Cuma namazını birlikte kılmak amacıyla Çankaya’ya gitti, sonra, Hürriyet’ten Sefer Levent’ten okuduk, 14.30’da Davutoğlu Babacan’ı arayıp “ikna etmiş” listeye girmesine. Atalay da girdi, biliyorsunuz.


Gül’ün verdiği “Ben buradayım, oyunu bırakmadım” mesajıdır bu; adresini bulduğu anlaşılıyor.
Çünkü Gül aynı zamanda diyor ki, siyasetin en üst noktasına, cumhurbaşkanlığına yükselmiştir, en üst noktaya gelmesi, siyasetle ilgilenmediği anlamına gelmemektedir, ilgilenmektedir, çünkü gidişi iyi görmemektedir, bunu ilk defa bu kadar açık söylemektedir.
Sonra demektir ki, cumhurbaşkanlığı yapmış birisi olarak artık bunu yeni bir kariyer, yükseliş değil, “ihtiyaç” doğarsa hizmet fırsatı görmektedir, hîn-i hâcette, hazırdır.


“İhtiyaç doğarsa hazırım” demekle de kalmıyor, şunları da ekliyor:
Siyasi hırsı olmayacaktır, başkanlık sistemi peşinde olmak bir yana, cumhurbaşkanı yetkilerinin azaltılması, parlamenter sistemin güçlendirilmesinden yanadır ve seçim sonucuonu gerektirirse, koalisyonlara da karşı değildir.
Aslında yeni anayasa için (Ergun Özbudun’un 2007 taslağını savunuyor) denge ve denetlemesi artırılmış, yetkileri azaltılmış modelin, mesela CHP’ye de uygun geleceğini elbette bilmektedir.


Zaten bu arz-ı halinde koalisyon vurgusu da boşuna değildir; 7 Haziran sonrası ortamı tanımlarken AK Parti’nin “keşke” CHP ile koalisyon kurabilmiş ve 1 Kasım’da seçim tekrarına gitmemiş olmasını dilediğini açıkça ifade etmiş bulunuyor. 1 Kasım sonucu 7 Haziran’a benzerse, artık işi uzatmadan koalisyon kurulması gerektiğini, sorumuz üzerine açıça söyledi.
Gül adını öyle koymadan adeta dostuna düşmanına, Erdoğan’ın modelinin anti-tezini çiziyor; adeta “İşte buna hazırım” diyor, tabii “ihtiyaç doğarsa”.
Emin olun, içeride dışarıda, metin okumasını, satır arası sökmesini bilen herkes bu sözleri kayda aldı.


Bunu 12 Eylül Kongresi’nden söyleseydi ne etkisi olurdu, şimdi 1 Kasım’a giderken söylediğinde ne olacak, bir de onu değerlendirmek lazım.
“Ben hazırım, oyunu bırakmadım” mesajına ek olarak ihtiyaç doğarsa “Nasıl oynayacağını” da ilan etmiş bulunuyor Gül.
Söylemiyormuş gibi yaparak söyledikleri, söz yazıya döküldüğünde budur.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat