İstanbul’u dinliyorum, gözlerim açık: Suriyeli çocuklar

suriyelibebe

Sultanahmet’teyim. Akşam yemeğini Amerikalı bir dostumla yedim. Yürüyerek otelime dönüyorum. Her yer cıvıl cıvıl.

Her ırktan, dilden, dinden insanlar sel gibi akıyor Divan yolunda.

Kaldırımlara taşmış, restoranlarda yer yok.

Çeşit çeşit yemek kokuları.

Güzel bir mayıs akşamı…

Birden Orhan Veli’nin “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” şiirini mırıldanıyorum.

Doğrusu Ankara’da hiç böyle bir duygu yaşamadım.

Ne zaman İstanbul’a gelsem Yahya Kemal, Necip Fazıl, Orhan Veli’nin şiirlerinden parçalar aklıma gelir. Hatırladığım kadarı ile kendi kendime okurum.

Bu akşam Orhan Veli hatırıma geldi.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı” Ama ben İstanbul’u gözlerim açık görmek ve duymak istiyorum bu akşam. İşte, Suriyeli hanımlar kaldırımda bir şeyler satıyor: Eşarp, fular, toka… Nijeryalı bir bay ve bayan saat satıyorlar. Hangi ülkeden olduklarını sormadığım insanlar sıraya girmiş. Bu güzel saatlerden almak için. Saatlerin görünüşü iyi. Fiyatlar da iyi. Mekân ise İstanbul! Kalitesi de iyi olmalı diye düşünüyorlar. “İstanbul hatırası, ya da hediyesi.” Birden ezanlar başlıyor. Gürül gürül. Sultanahmet’in ezanı bir başka muhteşem .En yakın cami ise FiruzAğa. Yıllarca namaz kıldığım bir yer. İçerisi de dışarısı gibi: Her milletten ve renkten dindaşımla saf tutuyoruz. Bir siyahi ile omuz omuza, diz dize secdeye gitmek ne güzel. “Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz”. Çıkıyorum. Kaldığım yerden yola devam. Gözlerim açık yürüdükçe Suriyeliler’ in her yerde olduğunu görüyorum. Kaldırımda, duvar diplerinde, parklarda. Dilenenler çoğunlukta. En çokta çocuklar parçalıyor içimi. Kirlenmiş çocuklar. Ayakları yalın çocuklar. Birisi üşümüş. Büzülmüş duvar dibine. Anne yok, baba yok. Ev yok. Nerede uyur bu çocuk? Büyük bir pankart gözüme ilişiyor: “Ulu Fethin 562. Yıl Dönümü” Bakıyorum Suriyeli çocuk üşümeye ve üşüdükçe de büzülmeye devam ediyor. Sultan II. Abdülhamit’in türbesini geçiyorum. Oraya da sığınmış Suriyeliler. Hayatta iken rahat etmeyen Ulu Sultanın ruhu da muazzep olmalı. Türbesinin duvarı bile mülteci çocukların sığındıkları soğuk bir mekân olmuş.

Evet, bu akşam “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim”açık. Keşke Orhan Veli gibi kapatabilseydim. Görmeseydim bu manzaraları.

Ama kapatamıyorum.

Suriyeliler her yerde…

Her yaştan Suriyeliler.

Anneler, kızlar, oğlanlar, gençler…

Bir şeyler satan da var. Ama çoğunluk dileniyor.

İşte Beyazıt’ı geçince iki Suriyeli çocuk farklı bir şey yapıyor:

Bilek güreşi.

Üç kişi de seyrediyor.

Ben de katılınca dört kişi olduk.

Çelimsiz, bakımsız ve güçsüz bilekler. Kazandı-kazanacak. Biri kazanıyor.

Ya da oyunu bitirmek için kaybetmesi gerekiyor.

Alkışlıyoruz. Biri gülerken, diğeri mahzun. İkisinin de gözü vereceğimiz bahşişlere takılıp kalıyor. Zafer kimsenin umurunda değil. Her şey ekmek parası için.

Bahşiş de bahşiş olsa. Eline cebine atan sakallı ve uzun saçlı üniversite öğrencisi 50 Kuruş veriyor.

Ben de elimi cebime atıyorum.

Başımı önüme eğip, İstanbul’u dinlemeye devam ediyorum.

Fatih Belediyesin icraatlarını anlatan bez afişler her yerde.

Kimisi de İngilizce.

Bir Suriyeli bir afişi bedenine sarmış. Üşüyor olmalı. Bakıyorum öksürüyor.

Yanında başka seçim afişleri.

Seçim bunların umurunda mı?

Sanmıyorum.

Laleli’ye yaklaşırken Suriyelilerin sayısı da artıyor.

Abisinin dizlerine başını koyup uyuyan çocuk dokunuyor bana.

Annesinin kucağında veya yerde yatan bebeler!

Arapça ve Kürtçe ninniler dinliyorum.

Ninniler ana dilde söylenir. Annenin dilinden.

Köyünden, kentinden, memleketinden kopmuş bu bebeler, çocuklar ve anneler yüreğimi burkuyor.

Babaları savaşıyor mu? Öldü mü?

Bilmiyorum.

Bildiğim, gördüğümden ibaret.

O da kaldırımda sürünen Suriyeliler.

Necip Fazıl ne kadar haklı!

“Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi” olmaya devam ediyor.

Devlet yok, Belediye yok.  Var da yok.

Bu çocuklara bakmak ve onlara eğitim vermek için  “çerez parası” bile çok gelir.

***

Bu akşam Divan Yolu’nun kaldırımlarında gördüklerim bana çok şey anlattı.

“Kaldırımlar” çilekeş Suriyeliler ’in lisanı oldu bu akşam.

Ben ise insanlığımdan utandım.

Müslümanlık diyemiyorum.

Fatih semtinden Mehmet Akif’in sesini duyuyor gibi oluyorum:

Müslümanlık nerede bizden geçmiş insanlık bile“.

Otelime geliyorum.

Biraz hava alayım diye pencereyi açtım.

Laleli Camii muhteşem görünüyor.

Ama o da ne?

Duvarın dibinde bir anne ve kucağında üşüyen ve uyumaya çalışan 2-3 yaşlarında bir bebe…

Torunlarım hatırıma geliyor.

“Peki ne yaptın dede?” diye sorarlarsa, “uyumaya çalıştım” kızım diyeceğim.

Uyumaya çalıştım, ama uyuyamadım.

Nasıl uyuyayım ki?

Ama uyumam lazım. Yarın sabah erken kalkmam gerekiyor.

Necip Fazıl’ın “Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya” deyişini anlamaya çalışıyorum.

***

Sanıyorum bu ayıp bana yeter: penceremin karşısında buz gibi kaldırımlarda oturmuş bir anne.

Kucağında çocuğu.

Vakit gece yarısına geliyor.

Onlar hala sokakta.

Gidecek bir yerleri mi yok?

Yoksa bu saatte insanlar daha merhametli ve yardımsever mi oluyorlar?

Bilemiyorum.

Ortalık tenhalaşmaya başlıyor.

Ses kesildikçe kaldırımların sesi daha iyi duyuluyor. Duvar dibindeki kadının “sukut” çığlığı da.

Ben ise rahat yatağımda yatmaya hazırlanıyorum.

Saat 24.

Haberlere bakayım dedim.

Ana haber Başbakanın lansmanını yaptığı yerli uçak projesi.

Haberi dinlerken elimden olmadan Cat Stevens’ın Müslüman olmadan önce bestelediği o unutulmaz parçası geliyor.

Medeniyeti ve sunduğu tüm teknolojik yenilikleri bir çırpıda bir kenara atıyor ve soruyor Cat Stevens:

But tell me where do the children play?..”
Peki, söyle bana çocuklar nerede oynayacak?”
Dicle’nin kenarındaki kuzular değil konumuz.

İstanbul’un göbeğindeki Suriyeli çocuklardan bahsediyoruz.

Her şey güzel de bu çocuklar nerede ve ne zaman oynayacaklar?

Okula gidebilecekler mi?

En temel insan hakkı olan “eğitim hakkına” sahip olabilecekleri mi?

Okumayı-yazmayı öğrenebilecekler mi?

Kim yapacak bunu?

***

Yatağıma girerken neden bu akşam Yahya Kemal’i hatırlayamadığımı düşündüm.

Nasıl hatırlayayım ki!

Onun zamanında İstanbul Aziz’di. O da elitlerin ve seçkinlerin şairiydi.

Necip Fazıl’ın ifadesi ile “Güleni şöyle dursun ağlayanı bahtiyardı” İstanbul’un.

Ya şimdi?

İstanbul’da aziz olanlar da var. Eğlenenler de… Hem de sabahlara kadar…

Ama bu akşam Divan Yolu’nda gözlerimi kapatmadan yürüyünce farklı bir İstanbul gördüm.

Memleketlerinden kopmuş Suriyelilere park, sokak ve kaldırımlarını açmış bir İstanbul.

Kimsesizlerin kimsesi bir İstanbul!

İstanbul anne olmuş, kimsesiz annelere ve çocuklarına.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat