Yaz Niye Gelmiyor?

 

Herkes aynı soruyu soruyor: Yaz niye gelmiyor?

Soru sormak iyidir. Filozoflar iyi bir sorunun cevaptan daha önemli olduğunu söyler. Cevabınız yanlış da olsa başkaları doğrusunu verebilir. Asıl olan iyi bir soru sormak veya sorabilmektir.

Yaz niye gelmiyor?

Mevsim ve iklim değişikliğini ilk fark eden çiftçiler oldu. Sebebini ise hala anlayamadılar. Tatilciler, turistler, pazarcılar, yazın tadını çıkarmak isteyen çocuklar her kes aynı soruyu soruyor.

Soğuk bir kışı sokakta, çadırda veya bir mülteci kampında geçiren ve yaza özlemle bakanların sorusu en anlamlısı olmalı.

Herkes yazı özlemiş.

Yazı beklerken sağanak sağanak yağmurlar… Sel baskınları. Tahrip olan evler ve otobanlar. Hesabı bile tam olarak yapılamayan maddi ve manevi kayıplar…

Sahi bunlar neden oluyor?

Yaz niye gelmiyor?

Çevre duyarlı insanlar 1960lı yıllardan bu yana çevre sorunlarına dikkat çekiyor.

Çevrenin ve eko sistemin bizlerin sorumsuz ve çılgın tüketim anlayışından; çarpık ve yoz kentleşmeden, çevreye duyarsız sanayileşmeden dolayı yok olmaya başladığını haykırdılar.

 

Dünyanın hızla uçuruma doğru gittiğini ileri süren bilim adamları şaka yapmıyorlardı.

Sadece görmezden ve duymazlıkdan gelinen; gelinmek istenen bir soruna dikkat çekiyorlardı.

Dr. Baki Erdem 25 yıl önce yayınlanan Çağımız ve Çevre Kirliliği kitabında dünyanın feryadını hepimize duyurmaya çalışmıştı. Şöyle diyordu dünya:

“Allah, kâinatın en mümtaz akıllı varlıkları olarak sizi yarattı. Beni de sonsuz servet kaynakları ve hayat için en uygun şartlarımla emrinize verdi. Şimdiye kadar yüzlerce kuşak insan geldi ve göçtü. Bu çağda yaşayan birkaç kuşak insan hariç, hepsinden memnun oldum. Allah hepsinden razı olsun. Onlar üzerimde titrediler, beni kirletmediler, beni tüketen hareketlerde bulunmadılar.

Ya siz ve sizden önce yaşayan sözüm ona uygar geçinen insanlar! Maalesef sizler için aynı şeyi söyleyemem.  İçinde bulunduğumuz çağda yaşayan ve yaşamakta olanlar beni durmadan tüketiyorsunuz, kirletiyorsunuz, harap ediyorsunuz. Refahınızı, konforunuzu süratli yaşayışınızı sağlamak için yaptığınız faaliyette sorumsuzca hareket edip geleceğimizi düşünmüyorsunuz.

Ey insanlar!

Burnuma ölüm kokusu geliyor. Hem benim için ve hem de sizinle beraber barındırdığım her cins bitki ve hayvan için yalvarıyorum.

Bu feryadıma kulak veriniz. Bundan böyle dikkatli olun. Hepimizin geleceğini düşünün.

Yiyin, için, gezin, tozun, eğlenin, ilerleyin, rahatınızı sağlayın, süratinizi arttırın velhasıl ne yaparsanız yapın, ama bu arada beni de düşünün, koruyun, kirletmeyin, tüketmeyin, sevin.

Beni dikkate alarak birazcık olsun ek emek ve masraftan kaçınmayın ki, size ve gelecek nesillere, bitkilere ve hayvanlara güzel, tatlı, uygun vatan olma vasıflarını koruyabileyim”

Bu ve benzeri samimi feryatlara çeyrek asırdır kulaklarımızı tıkadık.

Bu feryat ve çağlık en son Gez Parkının ağaçları ve Soma’nın zeytinlikleri kesilirken duyuldu.

Bu sese de duyarsız kaldık. Hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ettik.

Gezi’deki samimi çevreci çığlık boğulurken; ağaçlarla birlikle insanlar katledilirken güçten yana tavır almaya şartlandırıldık.

Hz. Nuh’tan bu yana barış, umut, bereket ve şifanın sembolü olan; Kur’an’da bile zikredilen zeytinlere sahip çıkmadık.

Körleştik, sağırlaştık, duygusuzlaştık.

Adeta tahrip ve yok edilen çevre değildi; bizdik.

Hâlbuki hepimiz bu çevrede doğmuştuk. Mevlana’nın değdi gibi tabiat bizi bir anne gibi emzirmiş; büyüyüp gelişmemizi sağlamıştı.

Bununla beraber, Allah’ın tabiat sofrasında bizler için yarattığı “saysız nimetlerini” sorumsuzca ve hoyratça kullandık, kirlettik; canlı türlerinin nesillerinin tükenmesine sebep ve seyirci olduk.

Ses çıkaranlar dövüldüğünde ve öldürüldüğünde ise “hiçbir şey yokmuş gibi1” Survivor izlemeye devam ettik.

Kafamızı televizyon ekranlarına ve Internet’in sanal dünyasına gömdük.

Gerçeklikten ve gerçeklerden koptuk.

Yaz ortasında sırılsıklam ıslanıcı ve başımıza taş gibi dolular düşünce sormaya başladık:

Yaz niye gelmiyor?

Kızılderili bir Reisin bir asır önce topraklarını satın almak isteyen mağrur, kibirli ve küstah Amerikalı yöneticilere söylediği sözlerin üzerinde biraz olsun düşünebilseydik yazın niye gelmediğini daha iyi anlayabilirdik.

 

Kızılderili Reis’in Beyaz adama söyledikleri hala bizim için de geçerli.

Ormanlarımıza, derelerimize, parklarımıza ve tarlalarımıza şehvetle saldıran açgözlüleri çok iyi tarif ediyor:

“Beyaz adam, anası dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi davranı(yo)r. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır“.

Dünya anamızdır. Dünyaya ne kötülük olursa, oğullarına da aynı kötülük olur. Eğer insanlar yere tükürürlerse, kendi yüzlerine tükürürler.

Dünya insanlara ait değildir. İnsanlar dünyaya aittir. Bütün her şey, aileyi bağlayan kan bağı gibi, birbirine bağlıdır”.

Modern insan, yani bizler, Allah’ın tabiatta yarattığı ince ekolojik dengeleri tahrip ettiğimiz için iklimler değişti. Rahmet bulutları ve yağmurlar yolunu şaşırdı. Rahmet, felaket ve musibete dönüştü.

Tüm bunları “kendi elimizle yaptık”. Şimdi de soruyoruz:

Yaz niye gelmiyor?

İklimler neden değişti?

Tüm bunların bizim eserimiz olduğunu ne zaman anlayacağız?

Para ve iktidar başta olmak üzere her tür gücün yanında değil de, Allah’ın yarattığı ve bizlere emanet ettiği çevrenin yanında yer aldığımızda yazlar mevsiminde gelebilir.

Geç kalmış olabiliriz diye endişeliyim..

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat