BUMERANG

Güvenlikçi politikalar Bumerang gibi yapanı vurur

 

 

Salih Levent Uğurlu

AK Parti’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi(TBMM)’ne sunduğu yasa teklifi, kamuoyunda polis ve savcılara “süper yetki” verileceği yönünde değerlendirildi. Teklifle ilgili kamuoyunda farklı görüşler hakim. Bir süre önce Liberal Düşünce Topluluğu Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten ve şu sıralar liberal akademisyen ve fikir adamlarıyla Özgürlük Araştırmaları Derneği’ni kurarak yeni bir oluşum içine giren Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bican Şahin,” aşırı güvenlikçi düzenlemeler bumerang gibidir. Sonunda gelip yaratıcılarını vurabilir. Ülke içindeki huzursuzluklarla mücadele etmenin yolu daha fazla özgürlüğe yer açmak ve reform yapmaktan geçmekte”dedi.

Bican Şahin, AK Parti’nin ilk 10 yılı ile 2011 sonrasını ikiye ayırıyor. İlk 10 yılda Türkiye’nin büyük atılımlar yaparak AB üyeliğine yaklaştığını savunan Şahin, 2011 sonrası ise Hükümetin pusulasını kaybettiği görüşünde. Şahin, Meclis’e sunulan yasa teklifine yol açan gelişmeleri 2010 sonrası politikalara bağlarken geçmişten günümüze mağdurların değiştiğini de söyledi.

Resmi ideolojinin mağdur ettiği gruplar kimlerdi?

Özellikle Avrupa’da da tek parti yönetimlerinin revaçta olduğu 1930lu yıllarda Türkiye’de şekillenen resmi ideoloji, katı milliyetçilik yönüyle Türk etnik kökeninden gelmeyen Kürtler ve gayr-ı Müslim vatandaşlarımızı; Fransız modeline dayalı Jakoben laiklik anlayışı ile Sünni, Alevi, gayr-ı Müslim tüm dindar vatandaşlarımızı mağdur etmişti.

2010’dan sonra bu grupların mağduriyetleri ortadan kaldırıldı mı?

Hepsinin değil. Sünni dindar vatandaşlarımızın haklı bir biçimde mağduriyetlerinin giderildiği söylenebilir. Başörtüsü ile eğitim ve çalışma özgürlüğü, orduda ayrımcılığa uğramama, İmam-Hatip Lisesi mezunlarının üniversite sınavlarında yaşadıkları katsayı sorununun ortadan kaldırılması gibi önemli pozitif adımlar atılmıştır. Öte yandan, Kürtlerin, Alevilerin ve gayr-ı Müslim vatandaşların mağduriyetleri halen giderilmiş değildir. Çözüm Süreci Kürt vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesi yönünde atılmış önemli bir adımdır. Ancak, sürecin oldukça yavaş ilerlemesi, şeffaf olmaması ve bölge konjonktüründeki değişimler bu girişimin başarıya ulaşma ihtimalini zayıflatmaktadır. Yine Alevi vatandaşların mağduriyetlerine yönelik Alevi Çalıştayları somut bir sonuç doğurmamıştır. Son olarak gayr-ı Müslim vatandaşlarımızın durumları Cumhuriyet tarihindeki geçmiş dönemlere göre daha iyi bir duruma getirilmiş olmakla birlikte idealden uzak durumdadır.

İşin daha vahim boyutu, özellikle 2011 seçimlerinden itibaren Türkiye’de yeni mağdurların ortaya çıkması durumudur.

Kimdir bu yeni mağdurlar?

Geçmiş dönemde resmi ideolojinin koruduğu ve öne çıkarttığı, seküler yaşam tarzına sahip insanlar. Bu insanlar özellikle Kürtaj meselesi, eğitim sisteminde yapılan değişiklikler ve bununla bağlantılı olarak “dindar nesiller yetiştirilmesi” söylemi, kızlı-erkekli evler tartışması ve alkol kullanımına yönelik sınırlamalarla kendi yaşam tarzlarına yönelik artan bir hoşgörüsüzlüğün olduğu hissine kapıldılar. Nitekim Taksim Gezi Parkı’na Topçu Kışlası/AVMsi yapılmasına yönelik protestolar sırasında polisin orantısız güç kullanımı özellikle bu kesimlerde biriken tepkinin patlamasına yol açtı.

Gezi protestolarına Hükümet’in ve dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın verdiği tepki toplumda özellikle seküler yaşam tarzına sahip kişiler ile dindar/muhafazakâr kesimler arasındaki bölünmenin derinleşmesine yol açtı. Bu protestolar aynı zamanda Hükümetin ve AK Parti taraftarlarının kimyasını daha da bozarak her köşe başında kendilerini iktidardan düşürmeye yönelik bir tertibin var olduğunu düşünmeye başlamalarına yol açtı.

Sizce bu şüpheler ve korkuların Meclis’e gelen güvenlik güçlerinin ve savcıların yetkilerini arttıran yasa teklifi ile de bir ilişkisi var mı?

Elbette. Bu yasa teklifi bir çırpıda gelmedi. Bu yasanın gelişimi Gezi Protestolarına ve sonrasında yaşananlara gidiyor. Hükümet, Gezi protestolarından bu yana kendisini oldukça zayıf ve kırılgan hissediyor. Gezi’ye Batı dünyasının, özellikle de AB üyesi ülkelerin verdiği tepki, Hükümet’in kendisini daha da yalnız hissetmesine yol açtı. Tabii en önemli olay, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları oldu. Hükümet, bu soruşturmaları kendisini düşürmeye yönelik bir darbe girişimi olarak sundu ve bir olağanüstü hal ortamı yaratarak AB reformları çerçevesinde yapılmış olan reformları da geri alarak iktidarını koruma yoluna gitti. Bu çerçevede, istihbarat örgütüne geniş yetkiler veren MİT yasası, iletişim özgürlüğü ve mahremiyetini gölgeleyecek yasal düzenlemeler ve yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını ortadan kaldıracak adli kolluk yönetmeliği değişikliği ve HSYK yapısını değiştiren yasal düzenleme ile bireyi devlet/iktidar karşısında oldukça korumasız bırakan bir iklim yaratıldı. Kobane’de cereyan eden savaşa karşı Hükümet’in tavrını protesto amaçlı başlatılan ve ancak barışçıl protesto eylemi hüviyetini kaybeden olaylara bir tepki olarak güvenlik güçlerinin ve yargının elini güçlendiren bu son düzenleme teklifi de Gezi’den bu yana izlediğimiz bireyin, iktidar karşısında güçsüzleştirilmesi zincirinin son halkası. Hükümet bunları sistematik ve bir plan dahilinde gerçekleştirmiyor olabilir. Ancak bunlar sonuç olarak, iktidarın aşırı güçlenmesine ve bireyin haklarının korunamayacağı bir ortama girilmesine yol açmaktadır.

Peki bu gelişmeler AB ile olan ilişkileri nasıl etkileyecektir?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, AK Parti, özellikle iktidarının ilk on yılında yaptığı demokratik reformlarla Türkiye’yi AB’ye üyeliğine geçmişte hiçbir zaman olmadığı kadar yaklaştırdı. Ancak, özellikle 2011’den itibaren Hükümet adeta pusulasını kaybetti. AB erişim süreci tıpkı bir deniz fenerinin karanlık ve fırtınalı havalarda denizcilere yol göstermesi gibi, Türkiye’ye demokratikleşme yolunda ışık tutuyor, bir yol haritası sunuyordu. Liberaller, uzun zamandır AB perspektifinin kaybedilmesinin Türkiye’yi çok tehlikeli sulara götürebileceği uyarısını yapmaktadır.

Peki sizce bugün AB pusulasını kaybettik mi?

Hükümetin özellikle 17 Aralık sürecinden itibaren yasalaştırdığı kanunlar ve son olarak Meclis’e sunulan kişilerin özel alanlarını aramayı “kuvvetli ve somut bir delil”den “makul bir şüpheye” indiren, dinlemeleri kolaylaştıran, bireylerin mal varlıklarını “müsadere” etmeye imkan tanıyan bu düzenlemeler bireyi devlet iktidarı karşısında koruyan Avrupa Birliği Kopenhag kriterlerinden uzaklaşma anlamına gelmektedir. Daha yakın bir geçmişte AB ile ilişkilerin canlandırılacağı mesajı verilmişken, bu uygulamalar Hükümet’in AB’ye erişim konusundaki kararlılığına gölge düşürmektedir.

Bu düzenlemelerden Hükümet’in de uzun vadede olumsuz etkilenmesi mümkün değil midir?

Evet, aşırı güvenlikçi düzenlemeler bumerang gibidir. Sonunda gelip yaratıcılarını vurabilir. Ülke içindeki huzursuzluklarla mücadele etmenin yolu daha fazla özgürlüğe yer açmak ve reform yapmaktan geçmekte. Reformlar geciktikçe huzursuzluk artmakta, huzursuzluklar şiddete dönüştüğünde daha fazla güvenlikçi politikalar gündeme gelmekte ve bunlar da tepkisel huzursuzlukları yeniden gündeme getirmekte. Yani bir kısır döngünün içine girilmekte. Bu kısır döngüyü kırmanın yolu AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun dediği gibi liberallerle yolları ayırmaktan değil bilakis onların sesine kulak vermekten geçiyor.

Liberaller,Özgürlük Araştırmaları Derneği’ni bu sebeplerle mi kurdu?

Evet, Özgürlük Araştırmaları Derneği Türkiye’nin daha özgür bir toplum olmasına hizmet için doğdu. Sivil, ekonomik ve siyasal özgürlükler alanında liberal bir perspektiften kamu politikaları araştırmaları yapmak, yapılan doğru şeylerin hakkını teslim edip nasıl daha iyi olabileceğini söylemek; yanlış politikalar konusunda da uyarmak ve doğruyu göstermek amacını taşıyor. Amacımız, Türkiye’de bireyin hak ve özgürlüklerini korumak ve genişletmek. Bunun için iktidarı ve muhalefeti ile tüm siyasi, sosyal ve ekonomik aktörlerle işbirliği yapmak istiyoruz.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat