Hâkimlik Teminatı ve Adalete Güven

hukuk

Yargı erkinin, yasama ve özellikle de yürütme erkinden bağımsızlığını sağlamanın araçlarından bir tanesi “ hâkimlik teminatı”dır. Hâkimlik teminatı, yargıçların önlerine gelen bir davayla/dosyayla ilgili olarak vicdanlarının sesine uygun karar verebilmelerini sağlamak için sunulmuş teminatlardan oluşur. Görevden azledilmeme, emekliye sevk edilmeme, mali haklardan yoksun bırakılmama, istemedikçe tayin edilmeme, rızası alınmadan savcılık makamına ve idari görevlere atanmama gibi teminatlar bütünü “hâkimlik teminatı”nı oluşturur (Bkz. Kemal Gözler, http://www.anayasa.gen.tr/yargiorgani.htm). Şimdi bu teminatların olmadığı bir yargı sisteminde yargıçların, kendi vicdanının sesini dinleyerek karar verebilmesi oldukça güçtür. Özellikle yürütmenin doğrudan taraf olduğu davalarda, yargıçların yürütmenin çıkarlarına ters düşebilecek kararlar verebilmesi ancak çok yüksek maliyetleri göze almaları ile mümkün olabilir. Pek çok hâkim böyle bir maliyete katlanmak istemeyeceği için de yürütme organı mensupları veya onlara yakın olan kişiler adeta hukukun üstünde konumlanacaktır. Bu durum, sadece yönetilenlerin değil ama yönetenlerin de hukukla bağlı olduğu anlamına gelen “hukuk devleti ilkesi”nin feda edilmesi anlamına gelecektir. Hâkimlik teminatının olmadığı bir yerde yargı bağımsız olamayacak; yargının bağımsız olmadığı bir yerde ise “kuvvetler ayrılığı ilkesi” işlevsizleşecektir. Hukuk devleti ilkesinin feda edildiği, kuvvetler ayrılığı prensibinin ortadan kalktığı bir yerde de bireyin özgürlük ve hakları korumasız kalacaktır.

Ülkemizde özellikle 17-25 Aralık Süreci’nden bu yana bu ilkelerin büyük bir erozyona uğradığını söyleyebiliriz. Son olarak, 17-25 Aralık sürecinde görev alan polisler ile Samanyolu Medya Grubu’nun yöneticisi Hidayet Karaca’nın tutukluluk hallerinin sona erdirilmesi doğrultusunda karar veren 29. Asliye Hukuk ve 32. Asliye Hukuk Mahkemelerinin hâkimlerinin “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etmek” ve ”silahlı örgüt üyesi olmak” suçlaması ile birkaç gün içerisinde tutuklanması, hâkimlik teminatının ihlal edildiği düşüncesini uyandırmaktadır. Bu hâkimlerin, sanıklar lehine karar vermesi otomatikman onları da sanıklarla aynı “suç örgütü”nün üyesi haline getirmiş gözüküyor. Tabii böyle bir durum teorik olarak imkânsız değildir. Ancak, öncelikle ortada bir suç/terör örgütünün var olduğu “objektif” olarak ortaya konulmalı; ilgili kişilerin bu örgütün üyesi oldukları kanıtlanmalı ve onların tutukluluk hallerine son veren hâkimlerin de eldeki delilleri göz ardı ederek, talimatla böyle bir karar verdikleri ortaya konulmalıdır. Bunların henüz hiçbirisi yapılmış değildir. Üstelik söz konusu sanıklar hukukun en temel ilkelerinden olan, “doğal hâkim” ilkesine aykırı bir şekilde tutuklanmıştır. Doğal hâkim ilkesi, yargılamanın bir suçun işlendiği zamanda o suça bakmakla yetkili mahkemeler tarafından yapılabileceği anlamına gelir. Bilindiği gibi bu kişileri tutuklayan “Sulh Ceza Hâkimlikleri” 17-25 Aralık Süreci’nden sonra kurulmuşlardır (Bkz. Kemal Gözler, “Sulh Ceza Hâkimlikleri ve Tabii Hâkim İlkesi: Sahur Operasyonu Hakkında Bir Açıklama”, http://www.anayasa.gen.tr/tabii-hakim.htm).

Burada amacımız bu kişilerin masumiyetini veya suçluluğunu kanıtlamak değildir. Bu kişilerin gerçekten suçlu veya suçsuz oldukları ancak tarafsız ve bağımsız mahkemelerde, hâkimlik teminatına sahip hâkimlerin yürütecekleri davalarla ortaya çıkacaktır. Şu an itibarıyla, ülkemiz yargı sisteminde bu ilkelerin var olduğunu düşünebilmek için çok az neden vardır. Bu ilkelerin yokluğunda yapılacak yargılamalar ve verilecek mahkûmiyetlerin adil olmayıp, intikam amaçlı kararlar olduğu algısı doğabilecektir. Bu da yargı sistemine olan inancı düşürecek ve vatandaşların gözünde siyasal sistemin meşruiyetini aşındıracaktır.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat