Resmi İdeolojinin Yeni Taşıyıcısı Olarak AK Parti

bicansahinmakale

Türkiye Cumhuriyeti 1. Dünya Savaşı’nın sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde kurulurken, Mustafa Kemal liderliğindeki kurucu elitler modern bir ulus-devlet yaratma düşüncesiyle harekete geçtiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkımında onun çok kültürlü ve İslami yapısının belirleyici olduğunu düşünen modernleşmeci elitler yeni devletin kurucu ideolojisi olarak Kemalizm’i şekillendirdiler. Bu ideolojinin temel sütunları devletçilik, Türk milliyetçiliği ve Fransız modeli laiklik anlayışı oldu. Bu ideoloji tek parti döneminde devletin eğitim ve kültür politikaları ile pekiştirildi. Çok partili hayata geçildikten sonra da vesayet rejimi adı verilen yapı bu resmi ideolojinin devamını sağladı. Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin önemli bir kısmında bu resmi ideolojinin taşıyıcısı oldu.

Resmi ideolojinin devletçilik sütunu ekonomik ve daha ziyade siyasi alanda devleti yücelten bir yaklaşıma karşılık geldi. Devlet, tek tek bireylerin bir toplamından ibaret olan toplumun savunma, güvenlik, adalet, eğitim, sağlık gibi ortak ihtiyaçlarını karşılamak üzere ortaya çıkmış insan yapımı bir araç olarak görülmedi. Devlet, organik bir toplum anlayışına dayanan “millet”in kurumsal ifadesi, onun iradesinin dünyevi yansıması olarak kabul edilmekteydi. Bu anlayışa göre, devlet bireylerin hizmetkârı olamazdı. Bilakis, bireyler kendilerinden daha büyük ve üstün olan “millet”in bir üyesi oldukları ölçüde değerli ve onun çıkarına, bir başka ifadeyle, “milli irade”ye hizmet etmek ile yükümlü idi. Devletin alî çıkarı, bireyin çıkarından, Rousseau’cu ifadeyle “özel irade”sinden daha önce gelmekteydi.
Milliyetçilik sütunu da, farklı etnik ve kültürel varlıkların Türk kimliği altında eritilmesine dayandı. Bu doğrultuda, nüfus mübadeleleri, Varlık Vergisi, mülklerin müsaderesi gibi yollarla gayr-ı Müslim nüfus ülkeyi terk etmeye zorlanırken, Müslüman olup Türk olmayan Kürt, Arap ve Çerkez gibi gruplar da dil politikaları ile Türk kimliği içinde asimile edilmeye çalışıldı. Bu gruplardan Kürtler, Cumhuriyetin bu politikalarına karşı en fazla direnen grup oldular ve sonuncusu 1984 yılında başlayan pek çok isyanı başlattılar. Bu çerçevede, devletin Türk milliyetçiliği politikasını yürütmede Kürtlere karşı yürütülen mücadele önemli bir mihenk taşı oldu.

Son olarak, Türkiye’de laiklik, din ve vicdan özgürlüğünün tanınması biçimindeki Anglo–Sakson geleneğinden çok devletin dini kontrol ettiği Fransız modelini kendine örnek aldı. Resmi ideolojinin inanç alanında uyulamaya aktarılması sürecinde Diyanet İşleri Başkanlığı dinin alanın devletleştirilmesi/resmileştirilmesi fonksiyonunu yerine getirmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı bu fonksiyonu yerine getirirken Sünni İslam anlayışını esas almıştır. Devlet bir taraftan Sünni-İslam anlayışını tekel haline getirirken, bir taraftan da dinin kamusal alanda varlığına sınırlamalar getirmeye çalışmıştır.

Şimdi, bu resmi ideolojinin mağdur ettiği kesimler arasında gayr-ı Müslimler, Kürtler ve Çerkezler gibi etnik gruplar ve dindar vatandaşlar bulunmaktaydı. 2002 yılında AK Parti bu kesimlerden özellikle dindar-muhafazakar Türk ve Kürt kesimlerin desteğini alarak iktidara geldi. Yaklaşık 2012 yılına kadarki uygulamalarla da bu kesimlerin mağduriyetlerinde önemli telafiler söz konusu oldu. Öte yandan Kürtlerin, Alevilerin ve gayr-ı Müslim azınlıkların mağduriyetlerinde ciddi bir telafi söz konusu olmadı.

2013 yılında başlayan Çözüm Süreci Kürt meselesinde nihayet çözüm sağlanacağı ümidini doğurmuştu. Ancak, 7 Haziran seçimlerine doğru önce askıya alınan süreç seçim sonrasında ateşkesin sona erip silahlı çatışmanın yeniden başlaması ile tamamen sona erdi. Sürecin bu noktaya gelmesinde Hükümet kanadının siyasi hesapları kadar Kürt tarafının ve özellikle de onun silahlı kanadı PKK’nın çatışmacı yaklaşımı da etkili olmuştur. Bugün gelinen noktada İktidar, devletin resmi ideolojisinin önemli sütunlarından birisi olan milliyetçiliği sıkı bir şekilde benimsemiş gözükmektedir. Cumhuriyet’in başlarından itibaren, homojen Türk ulusu yaratma projesinde, azınlıkların nüfus mübadelesi ile çok büyük oranda ortadan kalkmasına müteakip, Kürtler devletin “öteki”si olmuşlardır. Ulus-devlet yaratma projesi çerçevesinde izlenen homojenleştirici politikalara karşı ortaya çıkan Kürt ayaklanmaları ile mücadele, Türk ulus kimliğinin de pekişmesine hizmet etmiştir. Ulus-devlet projesine halel getirebilecek Kürt talepleri bugün de devletin kırmızı çizgisini oluşturmaktadır. AK Parti Hükümeti’nin gerek Rojova’daki Kürt oluşumuna karşı başından beri takındığı olumsuz tavır gerekse de 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana Kürt meselesine yönelik benimsediği politika da Devletin bu konudaki daimi politikasını içselleştirdiğini düşündürtmektedir.

Öte yandan, AK Parti son yıllardaki söylemiyle artık resmi ideolojnin “devletçilik” ilkesini de benimsemiş görünmektedir. Devletin bekası, ulusal çıkar, milli irade söylemleri AK Parti çevrelerinin temel referans noktaları olmuştur. AK Parti’nin yaklaşık olarak ilk on yılında öne çıkarttığı bireyin hak ve özgürlüklerini korumaya dayanan söylem, yerini “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” söylemine bırakmıştır. Bu yeni söylem, her türlü muhalefeti bu bütünlüğe tehdit oluşturduğu düşüncesiyle bastırma, onu “vatana ihanet” olarak sunma eğilimindedir. Hükümet, devletin bekası için neyin yapılması gerektiğine ilişkin kendi başına aldığı kararları kendisini hukukla bağlı görmeksizin uygulayabilmektedir. AK Parti Hükümeti bu yönleri ile devletçiliğin tipik emarelerini göstermektedir.

AK Parti iktidarının devletin bildiğimiz resmi ideolojisinden tek farklı olduğu yanı laiklik ilkesinde gözükmektedir. Geçmişte devlet, dini kontrol altında tutarak kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışmaktaydı. Bugün de devlet dini kontrol altında tutmaya devam etmekte ve fakat bu kez onu hayatın her alanında hakim kılmaya çalışmaktadır. Bugün Hükümet bu politikasını Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı gibi kurumlar eliyle yürütmektedir. Din ve vicdan özgürlüğü anlamındaki Anglo-Sakson modeli laiklik anlayışı dün de bugün de mevcut olmamıştır.

Öyle gözüküyor ki, 2010 yılı civarında, AK Parti’nin vesayet rejimini tasfiye ettiğini düşünmeye başladığımız noktada AK Parti eliti sadece vesayet rejiminin direksiyonundaki eski Kemalist elitlerin bir kısmını alaşağı edip, direksiyona kendisi oturmuş. Bu süreçte, devlet ve AK Parti diyalektik bir biçimde birbirlerini dönüştürmüşlerdir. Bir taraftan devlet Ak Parti’yi dönüştürüp devletçi ve milliyetçi bir parti haline getirirken, diğer yandan AK Parti resmi ideolojinin katı laiklik anlayışını dönüştürmüştür. Bir başka deyişle, ne resmi ideoloji artık eski resmi ideolojidir ne de AK Parti artık o eski AK Parti’dir. Bu olgular bize artık AK Parti’nin, “modifiye edilmiş resmi ideoloji”nin yeni taşıyıcısı olduğunu düşündürtmektedir.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat