Balyoz davasının ardından

balyoz-davasi-yeniden-goruluyor1yoz

Amerika Birleşik Devletleri’nde yerleşik Freedom House’un tüm dünyadaki ülkelerin siyasal rejimlerini değerlendiren Özgürlük Endeksi’ne göre Türkiye “yarı özgür” ülkeler kategorisinde yer alıyor. Türkiye, son olarak 1980 askeri darbesi öncesinde tam “özgür” ülkeler kategorisinde yer almaktaydı. 12 Eylül Darbesi, Türkiye’de siyasi partileri, sendikaları, siyasi dernekleri yasaklayarak sivil siyaseti askıya alıp demokrasinin üzerinden silindir gibi geçmişti. Darbenin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra, Darbecilerin izin verdiği sınırlı bir alanda demokrasiye geri dönüldü. Ancak pek tabii ki, bu bir tam demokrasi olmayıp sivil siyasetçilerin üzerinde asker ve sivil bürokratların tahakkümüne dayanan bir “kontrol rejimi” idi. Türkiye’de ilk kez 1960 Darbesi’nden sonra inşa edilen “vesayet rejimi” bakımdan geçirilip, dönemin ihtiyaçlarına göre modifiye edilerek uygulamaya konmuştu.

O zamandan bu yana Türkiye istikrarlı bir şekilde “yarı-özgür” ülke kategorisinde olmaya devam ediyor. Turgut Özal’ın vizyoner siyasetinin 80li yıllarda ve 90ların başında vesayet rejiminin duvarında açtığı gedikler 28 Şubat Post-Modern Darbesi ile sıvanmıştı. 28 Şubat 1997’den 2002 yılındaki seçimlere değin Avrupa Birliği’ne üyelik amacı doğrultusunda yapılan reformlar vesayet rejiminin ayarlarında bozulmalara yol açmış olmakla beraber bu rejime yönelik asıl darbe Kasım 2002’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidara gelmesiyle gerçekleşmiştir.  AKP, AB’ye üyelik perspektifi doğrultusunda reformlara devam etmiş sivil siyasetin üzerindeki askeri ve sivil bürokrasinin vesayetini törpülemişti. Bu yönelişin zirve noktası 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu idi. Bu referandum ile geçmişte yapılmış darbelerin faillerine yargılama yolu açılmış ve HSYK’nın yapısındaki değişikliklerle vesayet rejiminin özellikle yargı kurumu eliyle işleyen sivil bürokratik ayağı tasfiye edilmişti. Vesayet rejiminin askeri ayağına yönelik en önemli darbe ise “Darbe Davaları” olarak bilinen Ergenekon ve Balyoz Davaları eli ile gelmekteydi. Bu davalar ve 12 Eylül Referandumu sayesinde Türkiye’de sivil siyasetin, askeri ve bürokratik vesayetin kontrolünü kırabileceği, bir başka deyişle, Türkiye’nin “yarı-özgür” ülke statüsünden “özgür” ülke statüsüne geçebileceğine inanılmaktaydı.

Nitekim siyaset biliminin önemli araştırma alanlarından birini oluşturan demokratikleşme literatüründe de, askeri yönetimler sonrasında demokrasiye geçildiğinde sivil yönetimlerin özellikle askeri bürokrasi üzerinde hâkimiyetinin sağlanması noktasında darbecilerin yargılanmasının ve uygun cezalara çarptırılmasının önemi vurgulanmaktadır. Mesela Samuel Huntington, Portekiz’de askeri yönetimden 1974 yılında demokrasiye geçilmesiyle başlayıp 1990’ların başında Doğu Blokunun çöküşü ile yaşanan demokratikleşmeleri el aldığı 3. Dalga adlı eserinde, demokrasiye geçiş sonrasında darbecilerin başarılı bir şekilde yargılanmasının demokrasinin yerleşmesi açısından önemine işaret etmektedir. Huntington, bu bağlamda Yunanistan ve Arjantin’i başarılı ve başarısız darbe yargılamalarına örnek olarak verir. Huntington’a göre  1974 yılnda Yunanistan’da Albaylar Cuntası çöktükten sonra iktidara gelen Karamanlis, darbecilerin tepe kadrolarının hızlı bir şekilde yargılanmasını sağlayıp, sivil iktidarın askeri bürokrasi karşısındaki gücünü pekiştirmiştir. Öte yandan Arjantin’de Alfonsin yönetimi uzun bir zamana yayılan bir araştırma ve yargılama gerçekleştirmiş ve süreçte davanın arkasındaki popüler destek kaybolmuş, yargılamalara karşı olan ordunun direnci artmıştı. 1984 yılında başlayan yargılamalar 1989 yılına değin sürmüş ve hüküm giymiş az sayıdaki cunta liderinin de 1990 yılında iktidara gelen Peronist Başkan Carlos Menem tarafından affedilmesinin ardından süreç başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Bu iki ülkenin tecrübesinden hareketle Türkiye’yi değerlendirdiğimizde olup bitenin Arjantin’e daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de çok fazla sayıda sanıkla, çok uzun zamana yayılan yargılamalar; kimi ilgisiz kişilerin davaya dâhil edilmesi ve kimi deliller hakkındaki şaibeler “davaların raydan çıkmasına” yol açmıştır. Zaman içerisinde, davaların arkasındaki popüler destek azalmış, mağduriyetler öne çıkmaya başlamıştır. Hatırlanacağı gibi Yargıtay, 1. Derece mahkemesinin kararını kısmen bozup kısmen de onaylayarak davayı sonuçlandırmıştı. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin sanıkların adil yargılanma haklarının çiğnenmesi nedeniyle yeniden yargılama kararının ardından Balyoz Davası’na bakmakla görevlendirilen 4. Ağır Ceza Mahkemesi 236 sanığın beraat etmesine karar vererek davayı kapatmıştır.

Kanımca, davaların neden rayından çıktığını açıklamak üzere üç hipotez ortaya koyabiliriz. Bunların ilki, darbe yargılamalarına ilişkin tecrübe noksanlığıdır. Bu davalara bakan savcı ve hâkimlerin ilk kez böyle bir dava ile karşılaşıyor olması, neyin birincil neyin tali olduğunun ayrımını yapmaya yetecek deneyimlerinin olmaması davaların rayından çıkmasına neden olmuş olabilir. İkincisi, yasal çerçevenin bu türden davaları etkin şekilde yürütmeye olanak tanımamasıdır. Bugünlerde revaçta olan üçüncü hipotez ise “paralel yapı”nın davaları intikam hissi ve TSK’yı ele geçirme amacı ile kasten raydan çıkardığı şeklindedir. Bu üç hipotezin hangisinin veya hangilerinin gerçekten geçerli olduğunu zaman daha iyi gösterecektir. Bugün için söylenebilecek şey, bu davaların etkin bir şekilde yürütülerek askeri vesayetin geriletilmesi amacının gerçekleşmediğidir. Hâlihazırda davaların başarısızlığına rağmen sivil iktidar, askeri bürokrasi üzerinde hâkimiyetini kurmuş olduğu izlenimi vermektedir. Bunun geçici bir durum olup olmadığı ve sivil iktidarın bu pozisyonunu Türkiye’de çoğulcu bir demokrasi kurmak, Türkiye’yi “özgür” ülkeler kategorisine sokmak doğrultusunda kullanıp kullanmayacağını önümüzdeki günlerde hep birlikte göreceğiz.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat