“İç Güvenlik Paketi” nden niye endişeliyim?

molotoff

İç Güvenlik Paketi son dönemde Türkiye siyasetinin sıcak konularından birisi oldu. Güvenlik güçlerine geniş yetkiler veren paketi Hükümet sözcüleri, 6-7 Ekim 2014 tarihlerinde yaşanan toplumsal olaylara referansla meşrulaştırmaya çalıştılar. “Kobane için Sokağa” sloganıyla başlayan protesto eylemleri sırasında çıkan çatışmalarda 50 civarında vatandaşımız hayatını kaybetmiş; ağırlıklı olarak Türkiye’nin güneydoğusunda yer alan şehirlerimizde kamu düzeni kaybolmuş ve vatandaşların can ve mal güvenliği ortadan kalkmıştı.

 

Meclis’te görüşülen İç Güvenlik Paketi ile mahkeme kararı olmaksızın kolluk güçlerine özel iletişimi takip etme; mahkeme kararı olmaksızın 48 saate kadar gözaltına alma;  savcı ve hâkim kararı olmaksızın üstünüzü ve aracınızı arayabilme; bir toplumsal olayda elinde yakıcı, boğucu ve patlayıcı özelliği olan bir madde olan kişiye karşı ateş açabilme yetkisi tanınmak isteniyor. Hükümet, bir liberal demokraside kabul edilemeyecek genişlikteki bu yetkileri güvenlik güçlerine vermeye çalışırken bu talihsiz olayları gösterip, elini güçlendirmek istiyor. Bir bakıma, kamuoyunu “ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye” çalıştığı söylenebilir.

 

Öte yandan, iç güvenlik paketi ile getirilmek istenen kimi düzenlemeleri de Hükümet sözcüleri, bunların Batı demokrasilerinde de mevcut olduğunu söyleyerek meşrulaştırmaya çalışmaktalar. Bunlara örnek olarak, eğitim kurumlarına belli bir mesafede uyuşturucu kullanımı ve satılmasına ilişkin ağırlaştırılmış cezalar; Molotof kokteylinin yakıcı madde kategorisine alınması ve toplumsal olaylarda yüzü örtmenin veya maskelemenin yasaklanması verilebilir. Evet, benzer düzenlemeler Batı demokrasilerinde de mevcut. Bir şeyin Batı demokrasilerinde mevcut olduğunu söylemek teorik olarak o şeyin doğru olduğunu göstermez. Ancak Batı demokrasilerinin insan hakları alanındaki bize göre oldukça iyi olan karneleri göz önüne alındığında, oradaki uygulamaların “iyi uygulama” örneği sunma ihtimali yüksektir.

 

Sanırım işin püf noktası da İnglizce “best practice” teriminin karşılığı olan bu “iyi uygulama” ifadesinde yatmakta. Sorun şu ki, Batı’dan alınan doğru kural ve kurumlar suiistimale açık olabilir ve çok yanlış bir şekilde uygulanabilir. Mesela, gösteri yürüyüşü, miting gibi faaliyetlerde yüzü kapamanın suç olmasını ele alalım. Bunun suç haline getirilmesinin arkasındaki mantığı anlamak kolaydır. Bir suça karışan eylemcinin kimliğinin güvenlik güçlerince tespit edilebilmesi meşru bir amaçtır. Batı demokrasilerinden gelen bir kişiye de bu, gösterilerde yüzü kapamanın suç haline getirilmesi için makul bir gerekçe sunar.

 

Ancak, bir Batı demokrasisinde yaşayan bir protestocu ile Türkiye’de yaşayan bir protestocunun katlanmak zorunda olduğu maliyetler aynı değildir. Maalesef, Türkiye’de insanların devlete ve onun temsilcilerine muhalif olabilme hakları gerçek anlamda tanınmamaktadır. İnsanlar, devleti temsil edenlere karşı bir muhalif eylem içerisine girdiklerinde fişlenmekte ve bu onların karşısına devlet memuriyetine alınmama, memuriyetten atılma, sürülme, terfi ettirilmeme, kamu bankalarından kredi alamama, iş yerlerine vergi memurlarının ziyareti gibi çeşitli biçimlerde çıkmaktadır. Buna ilişkin bir tecrübeyi daha yakın zaman önce dinledim. Jüri üyesi olarak katıldığım bir yüksek lisans giriş sınavı mülakatında adaylardan birisi, bir kamu kuruluşunda memur olduğunu ve işe girerken mülakatta kendisine “Paralel yapı” hakkında ne düşündüğünün ve Gezi Eylemleri’ne katılıp katılmadığının sorulduğunu ifade etti. Kuvvetle muhtemeldir ki, eğer aday “Paralel Yapı” hakkında jüri üyelerinin duymak istediklerini söylemese, Gezi Eylemleri’ni desteklediğini veya bizzat katıldığını ifade etse, sınavda başarısız olurdu. İşte bunun gibi durumlarla karşılaşmak istemeyen muhalifler katıldıkları protestolarda kimliklerini saklama ihtiyacı hissetmektedir. Ancak, yeni düzenlemelerle, kimliklerini de saklayamayacakları için ya büyük maliyetler ödemeyi göze alarak protesto eylemlerine katılacaklar ya da kendilerini rahatsız eden uygulamaları protesto etmelerini sağlayan içlerindeki “siyasal hayvanı” (zoon politikon) bağlayıp evlerinde oturacaklar.

 

Evet, protesto, gösteri yürüyüşü gibi eylemlerde yüzü kapatmanın suç olması makul bir durumdur. Makul olmayan, insanların temel sivil, siyasal özgürlüklerini kullanmalarından ötürü maliyet ödemek zorunda bırakılmalarıdır. İşte, uygulamada ortaya çıkan bu ve benzeri suiistimaller, halen Meclis’te görüşülmekte olan ve kâğıt üzerinde dahi savulması mümkün olmayan pek çok madde içeren İç Güvenlik Paketi hakkında bir liberal demokrat olarak beni büyük bir endişeye sevk etmektedir.

 

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat