Kapalı toplumların kronik hastalığı

raymond

Bir kaç yıl önce çok severek izlediğim bir Televizyon komedi dizisi vardı, “Everybody Loves Raymond” İtalyan kökenli Amerikalı bir aileyi konu alıyordu…

Yaşlı ve çocuklarının hayatının her anına müdahale eden bir anne baba, birbirini kıskanan iki yetişkin oğul ve kayınvalidesi ile alttan alta bir iktidar savaşı yürüten Amerikalı bir gelin ve iki küçük torun… Oldukça dışa kapalı bir aileydi. Zaten birbirleriyle uğraşmaktan başkalarıyla ilişki kurmaya da pek vakitleri kalmıyordu. Yine de küçük çevrelerinde mutlu mesut yaşadıklarını düşünüyorlardı. Ta ki, okula başlayan torunlardan biri ailenizi anlatın kompozisyon ödevini yazana kadar… Ailesine dışarıdan bir gözle bakan küçük çocuk tüm ailenin sırlarını, yalansız dolansız çocuk diliyle bir güzel kağıda döküverir… Ve aile bireylerinin hepsi birbirlerine söyledikleri büyük yalanlarla yüzleşmek zorunda kalırlar. Aile içinde işlerin sarpa sardığını gören Raymond, duruma müdahale eder ve herkesi rahatlatan şu açıklamayı yapar: “Aileler bunun için vardır, başka kime yıllarca bu kadar yalan söyleyebilir, hep haklı olabilirsiniz ki?…

Şu son birkaç gündür hep bu diziyi hatırlıyorum. Kapalı toplumlar da tıpkı Raymond’ın ailesi gibi! Kendi yarattıkları bir dünya ve kendi gerçekleri var. Onlar hep haklıdır! Dünyada ne olup bittiğiyle pek ilgili değiller. Katı bir inkar inadının pençesinde kıvranıp dururlar. Bu nedenle sık sık “şok”lar yaşarlar, kendilerini ihanete uğramış hissederler ve  her ne kadar en üst perdeden “bir kulağımdan girer, öbür kulağımdan çıkar” deseler de yine de hapsoldukları “değerli yalnızlık”ın giderek değersizleştiğini engelleyemezler.

Kendisiyle yüzleşmek yerine, sürekli suçu başkalarında arayan toplumlar her meseleyi iç ve dış düşmanlar, komplolar,hileler,desiseler üzerinden anlatırlar ve hemen her konuda ayrışırlar. Bu onları sürekli bir çatışmaya ve her çatışmayı da şiddetli bir kamplaşmaya götürür.

Her ortaya saçılan gerçek, ülkede bitmez tükenmez kavgalara, yeni inkarlara ve yeni acılara yol açar ve geriye yakıcı bir öfkenin kavurduğu yaralı bir toplum kalır.

Kendisiyle yüzleşmeyi beceremeyen toplumların geçmiş yakasını asla bırakmaz,bir ayağından çeker durur. Bu nedenle ileri doğru hamle yapamaz, hapsolduğu çemberi bir türlü kıramaz. O çemberi kırdığında paramparça olacağına inandırılmıştır bir kez… O kapalı çemberde acılar paylaşılmaz, acılar yarıştırılır. Ayrımcı bir nefret dili sokaktan siyasete egemen olur. Bugün başkasını suçlu diye işaret eden parmağın yarın kendisini işaret edeceğini, bugün başkasını hedef alan nefret dilinin yarın öznesi olacağını bildiği için herkes kendi küçük çemberinin içine çekilir.

Bu ortamda siyaset bir yarış değil savaştır artık. Siyasetin konusu daha iyi bir yaşam ve yaşanılası bir ülke değil, inançlar, kimlikler, yaşam biçimi, sanat hatta cinsiyetlerdir…

Siyasi partiler yüzlerce sayfa tutan ‘seçim beyannameleri’ yayınlasalar da,herkes bilir ki gerçek düşünceleri meydanlarda haykırdıkları, öfkeliyken ağızlarından çıkanlardır..

İktidarıyla muhalefetiyle birbirimizi daha fazla kandıracağımız çemberi daha da daraltmakta ve eski acılara yeni acılar eklemekte hiç bir beis görmüyoruz. Çağdaş toplumları altüst edecek en olağandışı şeyleri çok normalmiş gibi söylemeye devam ediyoruz… Öyle ki ülkenin Cumhurbaşkanı’nın tüm mükelleflerin vergisiyle finanse edilen sarayında sadece AKP’li belediye başkanlarını ağılayabiliyor olması ve yine Cumhurbaşkanı’nın  ülkemizin 2015’te Ermenileri “deport etmiyor olmasıyla” övünmesi, Başbakan’ın “Alevi adaylarımız var ama şimdi açıklamayı doğru bulmuyorum” demesi çok az insanı rahatsız ediyor…

Ne insansızlaştırılan bir devlet aygıtı  ne de büyük bir iktidar oyununun piyonu olarak siyaset meydanlarına sürülmek de bizi rahatsız etmiyor. Dün meydana sürülenler Ermenilerdi, Asurilerdi, Rumlardı, Alevilerdi, Kürtlerdi, dindarlardı, bugün Geziciler, cemaat mensupları, laikler ve tüm muhalifler… Bu listeye her iktidar daha da insansızlaştırdığı devletin bekası için yenilerini ekliyor. İç güvenlik paketleriyle, 301’iyle ardı arkası kesilmeyen yasaklar zinciriyle çemberi daralttıkça daraltıyor.

Raymond ve ailesi toplu terapiye girmek zorunda kalmışlardı.. Bizim de böyle bir terapiye şiddetle ihtiyacımız var. Aksi halde normalleşemeyiz. Çocuklarımıza içine tüm acıları, sürtüşmeleri, insanlık ayıplarını, bunların yol açtığı travmayı ve intikam duygularını  tıkıştırdığımız sandığı miras bırakamayız!

İşe nereden ve nasıl başlamamız konusunda  Doç. Dr. Bican Şahin’in  13 Nisan tarihli Ankarareview’ da yayınlanan  “İçimizde düşman yok!”  yazısını okumanızı hararetle öneririm.

 

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat