Kışkırtılmaya hazır kitleler

politika

Isaac Asimov, “bilimin, nasıl çalıştığını anlamayan bir halk kolayca cahillerin pençesine düşer” der.

Önce buzdolabındaki suları devirdi diye çevre esnaf tarafından darp edilmeye çalışılan İrlandalı turist haberi düştü medyaya, sonra Konya’da PKK’lı sanıldığı için linç edilmek istenen bir üst teğmenin haberi…

Son zamanlarda oldukça sık tekrarlanan bir toplumsal cinnet haliyle karşı karşıyayız. HDP binalarının basılması, ellerinde sopalarla toplanmış insanlar…Türkiye’nin olağan görüntüleri haline geldi.

Sizden farklı olduğunu düşündüğünüz bir topluluğun birey ve kurumlarını düşman bellemek ve birileri ‘haydi’ dediğinde eline palayı, benzin bidonunu alıp koşmaya hazır bir kitle…Asıl önemli olan bu.

Kendi yakın tarihimizde de ‘kışkırtma’ ile açıklanmaya ve aklanmaya çalışılan nice felaketlere tanıklık ettik. 6-7 Eylül’de Hristiyan vatandaşlarımızı hedef alan felaket,Mersin’de Nevruz kutlamalarında iki çocuğun bayrak yakmasıyla başlayan olaylar,Maraş katliamı,Madımak hepsi yakın tarihimizin kara sayfalarında yerini aldı. Gezi olayları sırasında elinde sopayla sokağa çıkan sivillerin döverek öldürdükleri genç Ali İsmail Korkmaz’ın anısı henüz hafızalarımızda tüm tazeleğini koruyor.

Başbakan’ın “yüzde 50’yi evinde zor tutuyoruz” seslenişiyle taçlandırdığı şiddet kültürü hepimizi bir biçimde pençesine almış durumda.

Öteki gördüğünü yok etmenin binbir yolu olsa da, kaba şiddet biçimiyle linç kültürünün, sadece ilkel milliyetçilik hassasiyetiyle açıklanamayacağını düşünüyorum.Batıda Orta Çağ’da şiddet çağrısına kayıtsız kalmayan kitlelerin varlığı aydınlanma çağıyla birlikte yok olmuş. Felsefe,sanat,hukuk,kurumsallaşma ve bilimsel bilginin öneminin artması ile birlikte ‘kışkırtılmaya’ ve şiddet kullanmaya hazır kitlelerin de sayısı azalmaya başlamış.

Linç kültürünün temelinde sadece korku,bilinmeyenden korkma mı var? İnsanlar bilmedikleri, anlamadıkları ve mevcut bilgileriyle açıklayamadıkları için ,korktukları şeyin kendilerini tehdit ettiği algısı yaygınlık kazanınca ‘o şeyi’ yok etme dürtüsü mü harekete geçiyor? Kurumsallaşma düzeyi düşük toplumlarda ahlaki değerlerin toplamı olan ‘ben’in saldırı altında olduğu iması bile şiddete başvurulması için yeterli mi?

Tarihteki örnekler, İlkel toplulukların ve bilim ve aydınlanma ile tanışmamış toplumların sadece bilinmeyenden değil, farklı olandan da korktuklarını söylüyor. Korku, toplulukları hatta toplumları, kendilerini koruyacağını düşündükleri kaba güce teslim olmaya itmiş genellikle. Topluluklar varlığını sürdürmek için korkuyu beslemiş korku da farklı olana yönelen şiddeti…

Bu düşünceler kafamda birbirini kovalarken,Barack Obama’nın bir yıl önce beynin tam bir haritasının çıkarılması amacıyla 100 milyon dolar ayırdığı çalışmanın ilk sonuçlarını açıklayan ‘Brain Team’ ekibini daha dikkatle dinlemeye başladım.

Nobel ödüllü Eric R. Kandel, Californiya Üniversitesi’nden Peter Whybrow ,yazar Andrew Solomon, George Washington Universitesi’nden Frederick Goodwin ve Emory Üniversitesi’nden Helen Mayberg’in ilk bulgular üzerine yaptıkları tartışma, beni beyin,bilimsel bilgi, sağduyu ve şiddet üzerine düşünmeye zorladı…

Söyledikleri iki şey bana çok çarpıcı geldi.İlki beynin diğer beyinlerle ilintili olması ve duyguların ancak bir arada yaşama halinde ortaya çıktığı…İkincisi ise ayna nöronlar…
Bebeklikten başlayarak karşımızdakini taklit ederek öğrendiğimiz bütün bilginin ve yarattığımız bütün kültürün bu ayna nöronlar sayesinde gerçekleşmesi…

Beyinlerimiz ve dolayısıyla davranışlarımız yakın çevremize uyum sağlamak üzere evrimleşiyor. Mesela bebeğin algılama dünyası bizim sandığımızdan çok daha gelişkinmiş.İki yaşındaki bir bebek, çoğumuzun sandığının aksine ,sebep-sonuç ilişkisini çok erken kavrıyormuş.İşte bu bilgi, bilimsel bilgiyi önceleyen toplumlarla, bilimsel bilgiyi dışlayan ve hayatı sadece kendi deneyimleri ve tanrısal gizemi ile açıklamaya çalışan toplumlar arasındaki farkı büyük ölçüde açıklıyor.

Bazı toplumlar birilerinin “haydi” çağrısıyla öteki bellediğini yoketmeye koşarken, aslında taklit ederek öğrendikleri bilgiyle hareket ediyor. Sevmeyi, korkmayı , korktuğumuzla yüzleşmeyi ya da korktuğumuzu yok etmeyi taklit ederek öğreniyor ve içselleştiriyoruz. Bilimsel bilgiyi dışladıkça, sadece kendi deneyimlerimize dayanan birikimimizi ‘sağduyu’ olarak adlandırdıkça , tarih tekerrür ediyor.Ve biz neden bu kadar kolay ‘kışkırtılır’ olduğumuzu sorgularken buluyoruz kendimizi. Korku şiddeti, şiddet korkuyu besliyor.

Suyun akacağı yeni bir yol açmadığımız sürece bu böyle sürüp gidiyor ne yazık ki. Aynı dili ve kültürü yeniden yeniden üretip duruyoruz.Ayna nöronlar,bilgiyi önceleyen toplumlarda farklılıkları kucaklama,saygı duyma, yeniye açık olma gibi değerleri taklit ederek evrimleşirken , bilgiye sırtını dönen toplumlarda da korktuğunu yok etmeyi taklit ediyor. Bilimin de doğruladığı şekliyle ayna nöronlar işlevini sürdürmeye devam ediyor.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat