Oyun Kurucu Ülke Olamadık Ama Şah Fırat Operasyonunu Yaptık

Süleyman Şah Türbes

Nuri GÜRGÜR

Süleyman Şah Türbesi kararını sadece burasıyla sınırlı şekilde değerlendirmek eksik ve hatalı olur. ABD’nin 1991 ve 2003 operasyonları sonucu Irak’ta oluşan, ardından 2011’in ilkbahar aylarından itibaren Suriye’de başlayan iç savaş bu iki ülkede derin bir otorite boşluğuna yol açtı; istikrar ve düzen kayboldu.  Dinî, etnik ve mezhebi fay hatları parçalandı. Irak ve Suriye fiilen bölündüler. Ortaya çıkan manzara bölgede hüküm süren yangının kısa sürede sönmeyeceğini gösteriyor.

Komşumuzdaki yangının alevlerinden doğal olarak ülkemiz de etkileniyor. Süleyman Şah Türbesi’nin  ve hukuken Türkiye toprağı sayılan 10 dönümlük bir alanın terk edilmesi bu durumun yol açtığı sonuçtur. Hamasi söylemlerle, gazete manşetleriyle, demeçlerle kendimizi kandırmak yerine çekilme kararını her yönüyle doğru değerlendirmemiz gerekiyor.

IŞİD Türbeyi ve Karakol’u 8 ay boyunca kuşatma altında tuttuğundan buradaki askeri birliğin değiştirilmesi, ikmal yapılması mümkün olamıyordu. Hükümet muhtemel bir IŞİD saldırısına karşı burayı savunmanın bize pahalıya mal olacağı, ciddi sorunlara yol açacağı mülahazasıyla çekilme kararını verdi. Sonuçta uluslararası bir anlaşma çerçevesinde çapı ne olursa olsun Türkiye’ye ait sayılan bir alan terk edildi. Türbenin yeni yerinin uluslararası hukuk bağlamında bize aidiyetini gösteren bir belge bulunmadığından Türkiye’nin ileride ciddi itirazlarla karşılaşması kaçınılmazdır.

AK Parti iktidarının bölge politikalarındaki temel argümanı “oyun kurucu ülke” olduğumuz iddiasıydı. Konulara sürekli bu perspektiften bakıldı. Fakat yaşanan bütün gelişmeler, oluşan tablo gerçeğin tümüyle farklı olduğunu gösteriyor. Dönemin başbakanı Erdoğan’ın Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı’nı “haşlaması”, bu paraleldeki konuşmaları, çıkışları ezilen Arap halklarının duygularını okşuyor, büyük sempati topluyordu. Ancak kitlelerin bu duygularının yönetim kademelerine yansımadığı, tersine tedirginlik yarattığı görülmek istenmedi. Dış politikamız reel politik faktörler bir kenara bırakılarak, romantik tahayyüllerle yönetilmeye kalkışıldı.

Arap Baharı diye adlandırılan ve işbaşındaki yönetimlere karşı meydana çıkan kitlesel tepkilerde faal rol oynayan İhvan-ı Müslim’in üzerinde muhalifleri iktidara getirmek için elimizden gelen desteği vermeye çalıştık. Oysa Müslüman Kardeşler camiasının ne Mısır’da ne de Suriye’de bunu başarabilecek etkili bir gücü yoktu. Üstelik ABD ve İsrail’in yanı sıra, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri İhvan-ı Müslim’in iktidar olmasına şiddetle karşıydılar.

Sonuçta Türkiye ne Mursi’yi iktidarda tutabildi, ne de Esat’ın devrilmesini sağlayabildi. İhvan-ı Müslim’in muhabbetiyle Suriye muhalefetine verdiğimiz büyük destek sonuçsuz kaldı. Binlerce insan hayatını kaybetti; milyonlarcası yerini yurdunu bırakıp sığınmacı oldu. Ülke baştan başa harabeye döndü.  Çünkü 1965’den beri iktidarda olan Nusayri BAAS rejimi, devletin bütün kurumlarına, askeri, polisi ve bürokrasiyi tümüyle kontrolünde tutuyordu. Ayrıca Rusya ve İran’dan çok güçlü destek alıyordu. Kırk yamalı bohçaya benzeyen, merkezi bir organizasyon kurmayı beceremeyen, ayrı tellerden çalan, askeri eğitim ve disiplinden mahrum milis güçlerinin Esat’ı devirmesine imkân yoktu. Bu gerçeği geç de olsa anladık ama iş işten geçmiş durumda. Şu sırada güneyimizde Türkiye’ye düşman Şam hükümetinin yanı sıra, IŞİD ve PYD gibi unsurların tehdidiyle karşı karşıyayız. Yapılan bazı araştırmalarda Türkiye’de IŞİD’i destekleyenlerin oranının %5’i bulduğu, bu örgütün saflarında çarpışmaya gidenlerin sayısının tahminlerin üzerinde olduğu ifade ediliyor. Öte yandan PKK’nın Suriye kolu olan PYD IŞİD’e karşı verdiği mücadeleden ötürü Amerika ve Batılılar nezdinde büyük sempati topladı. PKK’nın artık Rojova denilen bölgede KCK düzenini egemen kıldığı fiili bir devleti var. “Oyun kurucu ülke” iddiasıyla yürütülen dış politikanın ortaya çıkardığı sonuçlar Türkiye’yi çok yönlü iç ve dış tehditlerle karşı karşıya getirmiş bulunuyor. Bu çıkmazdan kurtulabilmek için bir an önce hayallerden gerçeklere dönmek, gücümüzü, imkânlarımızı ve kapasitemizi doğru değerlendirerek gerçekçi politikalara yönelmek mecburiyetindeyiz.

 

 

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat