Seçimler ve güven bunalımı

TBMM yemin töreni

Elimizde demokrasi araçlarından sadece ‘sandık’ kaldı. Uzun süredir sandıktan çıkan çoğunluğun istediği her şeyi yapmaya hakkı olduğunu içselleştirdik. Bir yüksek mahkeme başkanı, bir bilim adamı, bir sanatçı ya da bir gazeteci  mevcut yönetim anlayışına bir eleştiri mi getiriyor, cevap hazır: İşte ‘sandık’ orada, güveniyorsanız kendinize gidin sandığa gelin karşıma…Çoğulculuğun ne demek olduğundan habersiz geniş kitleler için , bu demokrasinin varlığı için yeterli bir kanıttı. O nedenle pek itirazla karşılanmadı. Ne zaman ki, seçim ortamına girildi ve Cumhurbaşkanı ve iktidar devletin maddi manevi tüm imkanlarını kimseye hesap verme zahmetine girmeden tepe tepe kullanmaya başladı toplumda sandık ve seçim güvenliği ile ilgili soru işaretleri de artmaya başladı…

Toplumun büyük çoğunluğu derin bir sessizliğe bürünmüş, 7 Haziran seçimlerini bekliyor. Başına gelebilecekleri hissediyor ama tepki vermekten kaçınıyor. Çünkü müthiş bir “güven” erozyonu yaşanıyor. Öyle  bir güven bunalımı ki, seçmenin neredeyse yarısı seçimlerin adil olmayacağından emin!..

İktidar partisine oy vereceğini söyleyenler de dahil birçok insan adil bir seçim olacağına, seçim günü ve sonrası güvenliğine  inanmadığını söylüyor. Oysa Türkiye, YSK’nın kurulduğu günden bugüne kadar geçen 65 yıl içinde dünyaya rezil olmadan seçim yapabildi. Ama görünen o ki, bu seçimle birlikte YSK’nın da ruhuna fatiha okuyacağız. Ve bu krizden geriye elimizde “derin bir güven bunalımı” kalacak…

Koç Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Çarkoğlu ve Dr. Selim Erdem Aytaç ile Ohio Eyalet Üniversitesi’nden Doç. Erik Nisbet tarafından 49 ilde uygulanan, Açık Toplum Vakfı’nın desteklediği bir araştırmaya göre “adil seçim olacak” diyenlerin oranı yüzde 48’de kalıyor. Muhalefet seçmeninin yüzde 69’u, AK Partili seçmenin ise yüzde 11’i seçimin adil olmayacağı görüşünde. Oysa 2007’de seçimin adil olacağını düşünenlerin oranı yüzde 70 gibi oldukça yüksekmiş. 7 Haziran seçimi için bu oran yüzde 48’e düşmüş. Dahası sandıklarda oy verildikten sonra yapılan sayımların doğru yapılacağına genel seçmenin %24’ü “hiç”, %24’ü “pek inanmıyor”. %22’lik bir kesim de “inanmama eğiliminde” olduğunu söylüyor.

Muhalefet partileri çaresizlik içinde kıvranıyor. Kimilerinin seçim büroları basılır, yakılır, afişleri indirilirken, kimileri konuşacak meydan bulamazken, Cumhurbaşkanı’nın her gün Anayasa’yı çiğneyerek ‘paralel’ bir seçim kampanyası yürütmesi, devletin uçağından helikopterine, valisinden polisine her imkanı tepe tepe kullanmasını YSK sadece izliyor. Muhalefet partilerinin tüm şikayetlerini ‘yetkim yok’ diyerek reddediyor. Oysa adil ve güvenli bir seçim ortamı sağlanması YSK’nın temel görevi.

Cumhurbaşkanı’nın açık anayasa ihlallerini görmezden gelen devletin tüm kurumları ve başkanlık hayallerinin en coşkulu havarileri, ateşin üzerine benzin dökerken bu toplumun en kritik faktörünü, “güven”i yok ediyorlar.

Bireylerin birbirleriyle ve kurumlarla arasındaki her ilişkiyi düzenlemeye ve yasalarla tarif etmeye kalktığınıza ortaya son derece karmaşık bir mevzuat ve yönetilemeyecek bir yapı çıkar. O nedenle topluluklar ve toplumlar güven duygusunun altında paylaşılan ‘ahlaki norm’lara tutunurlar. Mesela bir ülkenin Cumhurbaşkanı’nın açıkça hukuk dışına çıkmayacağına, kamu kaynaklarının ve imkanlarının özel arzular doğrultusunda kullanılmayacağına, yargısının ordusuna kumpas kurmayacağına,  bir doktorun hastasına bilerek zarar vermeyeceğine ,bir polisin suçluyu bırakıp suçsuzun peşinden koşmayacağına güveniriz.

Güven,öyle bir gecede ya da bir yasal düzenlemeyle yaratılamaz. Güven, toplumun bireylerinin çok uzun bir zaman diliminde ortaklaşa paylaştıkları normlara dayalı olarak ortaya çıkar. Bu normlar Tanrı, adalet, devlet, aile gibi derin değerler hakkında olabileceği gibi, yöneticilerin ülkenin hazinesini koruyacakları, vergilerin en doğru şekilde harcanacağı, suç işleyenin adalet önünde hesap vereceği ,bir annenin çocuğunu hep sevip koruyacağı gibi dünyevi konular üzerine de olabilir.

Güvenin yüksek olduğu toplumlar , ilişkilerinin kapsamlı yasal düzenlemeler ve sözleşmelerle belirlenmesine ihtiyaç duymazlar. Zaten hakları yasalarla güvence altına alınmıştır ve devlet organizasyonunun gücü yine yasalarla sınırlandırılmıştır. Yargıları hem bağımsız hem de tarafsızdır. Yargının bile bile hata yapmayacağına, hele hele birilerine “kumpas” kurmayacağına, suçluyu cezalandıracağına, suçsuzu aklayacağına güvenirler. Bu çerçeveye oturan ahlaki uzlaşma, o toplumun bireylerinin birbirlerine karşılıklı olarak güvenecekleri bir zemin yaratır.

Güven,bireysel değerlerden ziyade toplumsal değerlerin hakim olmasıyla oluşur. Her toplumda kurumlar düzenli olarak yeniden yaratılır, yok edilir, yeni kurumlar ihdas edilir. Yani değişim esastır. Güvenin olduğu toplumlar, yerleşik değerleri sayesinde büyük krizler yaşamadan değişime uyum sağlar ve geleceğe akarlar. Güven düşükse ya da büyük bir güven erozyonu söz konusuysa, o toplumlarda değişimin maliyeti çok sarsıcı olur. Çoğu zaman krizden krize sürüklenirler ve en sonunda kendilerini çatışmaya, müzakereye ve yeniden sözleşme yapmaya zorlayan bir ortamda ve aşırı düzenlemelerden oluşan bir dünyada bulurlar.

Hele bizim gibi henüz modern toplum ilişkilerinin kurulmadığı ,din ,kimlik ya da hemşehrilik bağıyla bağlı  topluluklar halinde yaşayan yapılarda, devlet hakem olmak yerine taraf olmayı seçtiğinde her topluluk diğerini  sorun olarak görmeye başlar.

Yüzde 1 puanlık kay(dır)malar bile seçimin sonuçlarını etkileyebilecek iken, iktidarın bunun sorumluluğunu duymaması ve 65 yıl önce kurulan YSK’nın muhalefetin tüm başvurularına karşı sağır olması Türkiye’nin sorunlarını daha da içinden çıkılmaz hale getirecek, kutuplaşmayı artıracak ve devletin tüm kurumlarına olan güveni temelinden sarsarak sosyal sermayeyi yok edecektir. Bu aymazlığın maliyeti de topluma çok ağır olacak, ülke yönetilemez hale gelecektir!

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat