Şiddet Sarmalından Çıkış

şiddet
Bu köşede 30 Mart 2015 tarihinde yayınlanan “Otoriterleşme Sarmalı” başlıklı yazımda yaklaşık olarak 2012 yılı kışından bu yana Türkiye’nin bir otoriterleşme sarmalına girdiğini ifade etmiştim. Öyle ki, her bir otoriter adımın, bu adıma maruz kalanların tepkisini doğurduğunu ve bu tepkinin de Hükümet kanadında daha büyük bir otoriter adımın atılmasına yol açmakta olduğunu belirtmiştim. Üzülerek ifade ediyorum ki, bugün gelinen noktada otoriterleşme sarmalı yerini “şiddet sarmalına” bırakmıştır. Bir tarafında devlet güçlerinin diğer tarafında ise PKK ve onun KCK ve HPG gibi ilişkili örgütlerinin yer aldığı bu şiddet sarmalının tetiklenmesinde yukarıda bahsettiğim otoriterleşme sarmalının büyük etkisi olduğu söylenebilir.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti’nin Türkiye’nin önemli siyasi sorun alanlarında 2012 öncesinde sahip olduğu uzlaşmacı ve yapıcı pozisyondan uzaklaşıp ötekileştirici, buyurgan ve otoriter bir tavır alması şiddet yanlılarının eline önemli bir koz vermiş gözükmektedir. 2012 kışından bu yana var olan genel otoriterleşme eğiliminin önemli bir istisnası olarak öne çıkan Çözüm Süreci de maalesef bu otoriterleşme girdabının çekimine kapılarak sonuçsuz kalmıştır.

Hatırlanacağı gibi, 2013 Newroz’unda Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yönelik mektubunun okunmasının ardından bir çatışmasızlık dönemine girilmiş ve barışın gerçekleşmesi konusunda iyimser bir hava hâkim olmuştu. Ancak, 7 Haziran seçimlerinde bir hükümet sistemi değişikliğini yapmaya imkân verecek ölçüde sandalye kazanma arzusunda olan AKP Hükümeti, Çözüm Süreci’nin bu hedefe ulaşmada engel teşkil ettiğini görmesinin ardından, özellikle Cumhurbaşkanı’nın tepkisi üzerine frene bastı. Cumhurbaşkanı’nın tepkisini, seçimlerin hemen öncesinde Kürt Sorunu’nun olmadığı, İzleme Heyeti’nin felaket olduğu ve Dolmabahçe Mutabakatı’nı kabul etmediği doğrultusundaki açıklamalarında gördük. Kanımca, bu açıklamalar Kürt tarafında derin bir güven bunalımına yol açtı. Bu bunalım, hiç şüphesiz, PKK içerisinde şiddet yanlılarının elini güçlendirdi. Tabii, bu noktada, güven bunalımının da karşılıklı olduğunu belirtmeliyiz. Hükümet tarafı da PKK’nın sınır dışına çıkmakta ayak diremesinden, şehirlerde örgütlenmeye devam etmesinden ötürü Kürt tarafının barış yapma konusundaki niyetlerinden şüphe etti.

Öte yandan, Kürt hareketinin siyasi yüzü olan HDP’nin Haziran 2015 seçimlerinde gösterdiği büyük başarı Kürt hareketinin silahlı yüzü olan PKK’yı rahatsız etmiş gözükmektedir. Muhtemeldir ki, PKK yöneticileri Kürt Hareketi içindeki otorite pozisyonunu kaybettikleri endişesine kapıldılar. Suruç katliamı, bir taraftan güven bunalımı ve bir taraftan da Kürt Hareketi içerisindeki başat rolünü kaybettiği endişesi içindeki PKK’ya ateşkesi bitirme için aradığı nedeni sundu. Hükümet’in Ceylanpınar’da iki polisimizin katledilmesine Kandil’i bombalayarak verdiği tepki şiddet sarmalını daha da derinleştirdi. Bugün ülkede Türklerle Kürtlerin bir arada yaşayabilmesi için ihtiyaç duyduğumuz hoşgörü iklimini hızla yitirdiğimizi söyleyebiliriz.

PKK’nın kabul edilemez saldırılarından sonra legal ve meşru bir siyasi parti olan HDP’nin ofislerine saldırılması ve Kürt vatandaşlarımıza fiziksel ve psikolojik şiddet uygulanması çok endişe vericidir. Bu noktada siyasilere büyük sorumluluk düşmektedir. HDP’yi PKK ile özdeşleştirme çabasından vazgeçilmeli; onun PKK karşısında güçlenmesine destek verilmelidir. Çatışmayı derhal sonlandırmak üzere Meclis açılıp, tüm siyasi partiler bir araya gelmeli ve acil bir eylem planı oluşturulmalıdır. Çözüm Süreci boyunca etkinliği tescillenen Abdullah Öcalan yeniden çözümün bir parçası haline getirilmelidir. Aksi halde şiddet sarmalının daha da derinleşmesi; sivil vatandaşlar arasında çatışmanın başlaması söz konusu olabilir. Bu çok büyük insani kayıplara, acılara yol açabilir. Böyle bir ortam askeri bir darbenin veya iktidarın mutlak anlamda otoriterleşmesinin yolunu açarak gittikçe zayıflayan mevcut kusurlu demokrasinin de çökmesine neden olabilir.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat