Gazete haberlerine göre, Mısır hükümeti 24 Nisan’da Türkiye-Mısır ve Mısır-Suudi Arabistan arasındaki deniz ve karayolu transit taşımacılığı anlaşmasını askıya alıyor.
Üç yılda bir yenilenen bu anlaşmanın yenilenmeme kararının politik bir tavır olduğu açıktır.
2011 yılından bu yana, Arap Baharı sürecinde meydana gelen gelişmeler sonucu Türkiye’nin dış ticaretinde ortaya çıkan kayıpların bu kararla birlikte daha da artacağı ortadadır.
Suriye ve Irak karayolu güzergâhının kesilmesiyle çok zor durumda kalan taşımacılarımız, nispi bir çare olarak Mısır’ın Port Said limanını kullanıyorlar, Ro-Ro gemileriyle buraya
getirilen tırlarımız taşıdıkları malları Mısır üzerinden Suudi Arabistan’a ve başka ülkelere götürebiliyorlardı. Libya ve Suriye’deki şartlar dolayısıyla Türkiye’nin Orta Doğu’ya açılan tek
kapısı olan bu güzergâh kapanırsa, Cibuti ve Ürdün gibi alternatifler arayabiliriz. Fakat bunlar devreye girse bile, sorun büyük kısmıyla çözülmüş olmuyor. Çünkü mesele sadece
nakliyecilikten ibaret değil; ihracatla birlikte turizm başta olmak üzere başka ticari dallar da olumsuz etkilenecektir. Malını satacak Pazar bulamayan üretici firmalar muhtemelen
kapanacaktır.
Rusya ve Ukrayna’daki ekonomik-ticari kayıplarımızın nedeni kendimizden kaynaklanmıyor. Ancak Mısır ve Suriye’de bu ortamın doğmasının esas nedeni bölgesel politikalarımızda
yapılan yanlışlardır.
Gücümüzü, kapasitemizi, imkânlarımızı gerçekçi şekilde değerlendirme gereği duymadan, bölgesel ve küresel güçlerin Mısır ve Suriye ile ilgili niyetlerini, hesaplarını dikkate almadan
İhvan-ı Müslim’in muhabbetiyle bölge politikalarımızı yürütmeye kalkıştık. Mursi’nin kendi ordusu tarafından dış güçlerin desteğiyle devrilmesi elbette darbedir; insani ve ahlâkî bir
olay değildir. Ama Türkiye’nin ne bu gelişmeleri engelleyebilecek ne de Mursi’yi tekrar makamına oturtabilecek gücünün olmadığı açıktır. Bu gerçeği görmek yerine Sisi’yi hedef aldık.
Mısır Devlet Başkanı’na her vesileyle hakarete varan çok ağır eleştiriler yönelttik. Kendi ülkemizde bu tarz bir üslûbu absorbe edecek kitle tabanınız, olağanüstü medya gücünüz, siyasi
çoğunluğunuz bulunabilir; Merkez Bankası Başkanınızı dövmekten beter edecek suçlamalar yöneltebilirsiniz. Fakat ne Mısır’da ne Suriye’de hatta ne de Libya’da bunu yapamazsınız;
nitekim yapılamadı.
Üç yıl öncesine kadar neredeyse hudutları kaldırıp ortak pazar oluşturacak kadar yaklaştığımız, birlikte Bakanlar Kurulu toplantıları yaptığımız Suriye ile bir anda amansız hasım haline
geldik. İnsani mecburiyetlerle iki milyon sığınmacının maddi ve manevi külfetini yüklenmiş olmamızdan kaynaklanan sorunlar giderek büyüyor. Bir zamanlar en büyük müteahhitlik
pazarımız olan Libya, vatandaşlarımız için yasak bölge haline geldi. Diplomatik ilişkilerimizi en alt düzeye indirmek zorunda kaldığımız Mısır ile şimdi de kalan ticari köprülerimiz
atılıyor. 90 milyonluk nüfusu, coğrafi ve politik konumu, Arap dünyasındaki etkisi sebebiyle gözden çıkarılamayacak kadar önemli olan bir ülkeyle ilişkilerimizin bu duruma gelmesinin
rasyonel bir gerekçesi olabilir mi?
Şahsen hissi yahut zihni faktörlerle Mursi hayranı yahut Müslüman Kardeşler taraftarı olabilirsiniz. Ama bunları bugün olduğu gibi dış politikanıza referans yaparsanız ağır sorunlarla
karşı karşıya kalmanız kaçınılmaz olur.
Şu sıralarda ihracatçılarımız, sanayicimiz, tüccarımız şahsi duyguların, öfkelerin dış politikaya yansıtılmasının sonuçlarını yaşıyorlar; ne yazık ki bu durum onlarla sınırlı kalmayacak,
ülke ekonomisini bütünüyle olumsuz etkileyecektir.
Yaşananlardan gerekli dersler çıkarılmadığı, uluslararası ilişkilerin dış politikanın duygularla değil akıl ve sağduyuyla yönetilmesi gerektiği kabullenilmedikçe, sorunlarımız daha da
ağırlaşacaktır.