Yeni bir ekonomik krizin ayak sesleri…

ekonomikkriz

 

Geçenlerde iyi bir piyasa analisti,”ben eski kaşarım,tüm paramı dolara park ettim bekliyorum” diyordu…Kaldı ki,artık krizin ayak sesleri iyice duyulmaya başladı.

Öngörmek için biraz rakam okumayı bilmek,biraz politikanın arka sokaklarını bilmek yeterli.

Bugün ‘faiz neden mi,sonuç mu’, ‘faiz indiriminde temkinli davranmak vatan hainliğine girer mi,girmez mi’ kıvamındaki tartışmaları izlerken hafızam beni 2000’li yıllara götürdü.

Ağır bir deprem felaketinin altında,28 Şubat sonrası siyasi kriz ortamında ve yeni bir siyasi krizin eşiğinde  sırtı duvara dayanmış bir ekonomiyi yönetmeye çalışan birbirine benzemeyen üç partinin oluşturduğu koalisyon hükümeti günlerini hatırladım…Tüm ekonomik göstergeler bir felaketi işaret ediyordu: İç dış borçlar tavana vurmuş, enflasyon üç haneli rakamın sınırlarına dayanmış,faizler tavan yapmış, kur her gün sıçrıyor, sosyal güvenlik sistemi iflas etmiş, bankacılık çöküşte, üretim dibe vurmuş, işsizlik had safhada…Bir felaket filmi senaryosunda bu tabloyu alt alta yazsanız emin olun senaryonuz gerçeklerden kopuk diye reddedilir.

Ne yazık ki bu tablo gerçekti. Geçmişte yaptıklarımızı tekrarlayarak bu krizden çıkma ihtimalimiz sıfırdı. Zihniyetimizi değiştirmek zorundaydık. Bu nedenle AB tam üyelik yolunun açılması ve Helsinki kararlarının kabulu yeni yol haritamız oldu. AB çapası ile ekonomide ve siyasi alanda hızla bir dizi reforma kalkıştık. Ve ne yazık ki eski siyasi hastalıklarımızın nüksedeceği gerçeğini görmezden gelerek IMF denetiminde bir “tablita” programı uygulamaya başladık.

Bu programın özü kura çapa atmak,faizleri serbest bırakmak ama faizlerin hızla yükselmesini önleyecek para ve maliye politikası araçlarını devreye sokarak her bir değişkenin mutlaka hedeflendiği biçimde gerçekleşmesini sağlamaktı. Bu araçlar arasında siyasi elitin elini kamu kurumlarından çekmesini sağlayacak agresif özelleştirme programı özel bir yer işgal ediyordu.

Bir kaç ay işler iyi gitti. Ama sıkı maliye politikası ve özelleştirme kısa sürede siyasetçileri yordu ve koalisyon içi gerginlikler gündemi işgal etmeye başladı. İşler yavaş yavaş tıkanmaya başlamıştı. O dönemde Anavatan Partisi’nden milletvekili ve Plan Bütçe Komisyonu üyesiydim. Sanırım 2000 yılı Mayıs Ayı’ydı. TBMM Genel Kurulu’nda programın aksamaya başladığını,IMF ile masaya oturmak ve bir ‘contingency’  plan üzerinde anlaşmak gerektiğini söylemiştim. O günlerde kendi partinizin politikalarını eleştirebiliyordunuz…Eleştirilerim ciddiye alınmadı tabi ki. Ve 2000 yılı Kasım ayına geldik. Milliyetçilik sosu yoğun özelleştirme tartışmalarının gölgesinde piyasalar patladı. Merkez Bankası kurları tutabilmek için faizleri üç haneli rakamlara çıkardı, kamu bankaları özel bankaların üzerine ve tüm bankacılık sektörü de

Hazine’nin,dolayısıyla vatandaşın üzerine yıkıldı…

Bu koşullarda 2001 krizine geldik. Bile bile ve göre göre!!!

Kriz’den çıkabilmek ve bir daha siyasetin ekonomiye müdahalesinin topluma ağır bedeller ödetmesinin önüne geçebilmek için “ekonomiyi güçlendirme programı” hazırlandı ve hayata geçirildi. Amacı bankacılığı, sermaye piyasalarını , kamu ihalelerini siyasetin günlük müdahalesinin dışına taşımak olan  bu programın özü ekonominin kurumsal alt yapısını güçlendirmekti ve programın en önemli dayanağı da Merkez Bankası’nın bağımsızlığıydı. Yani Merkez Bankası enflasyonla mücadele görevini yerine getirirken kullanacağı politika araçlarında bağımsız olacaktı…

Merkez Bankası bağımsızlığı 2001 krizinin kısa sürede aşılmasında ve ekonominin sürdürülebilir bir büyümeye rotayı çevirmesinde hayati bir rol oynamıştır. AB perspektifinin de siyasi öncelikler arasında yer almasıyla yapılan ekonomik ve “demokratikleşme” adı altındaki siyasi reformlar sayesinde Türkiye öngörülebilir,riski alınabilir ve gelecek vaadeden  bir ekonomi oldu. İşsizlik azaldı,zenginlik arttı. Bu sayede AK Parti üst üste seçimleri kazandı ve toplumda tek parti çoğunluk iktidarının ekonomik istikrar sağladığı algısını yerleştirdi.

Oysa ekonomik istikrarın ve sürdürülebilir büyümenin gerçek kaynağı güçlü kurumsal alt yapıdır. Çoğulcu demokratik bir hukuk devleti zemininde siyasi elitin politika araçlarına el uzatamayacağı bağımsız ve tarafsız ekonomik kurumların varlığı toplumsal zenginliğin artması için olmazsa olmazdır.

Bizim için geçmiş,çoğu zaman içinden içinden sadece işimize gelenleri derlediğimiz ama asla ders almadığımız bir zaman dilimidir. 2001 kriz öncesi sürecini bu nedenle hatırlatmak istedim.

Türkiye’yi yükselen ülkeler grubunun iddialı bir üyesi yapan ekonominin kurumsal alt yapısı büyük ölçüde tahrip edildi. Sonuçları ortada!..

Orta gelir tuzağına saplanıp kaldık. Üstelik burada kalabilmemiz de zor görünüyor. Ülke ekonomisinin içini dışını gösteren başta ödemeler dengesi olmak üzere tüm tablolar alarm veriyor. Türk insanı yeniden günü kurtarmaya odaklanmış durumda, birikimlerini korumak için dolar ve  altına meylederken, bankalar sıcak paraya boğulmuş, konut satışları dramatik biçimde düşmüş, özel sektör ise yatırımlarını yurtdışına kaydırmaya başlamış. Türkiye’nin uluslararası yatırım pozisyonu 2002 yılında eksi 85.5 milyar dolar iken ,şimdi eksi 438.1 milyar dolar ile G20’deki yükselen piyasa ekonomileri içindeki (eksi olarak) en büyük değer olmuş. Yani yurtdışına borcumuz , yurtdışından alacaklarımızı kat be kat aşmış. Üstelik bu açığın önemli bir kısmı şirketler sektöründen kaynaklanıyor. Yani bu savaşta bankalarınızın bilançoları uzun süre sağlıklı kalamaz. Doların fiyatının her artışında bu şirketlerin bankaların üzerine yıkılması ihtimali artıyor. Bu koşullarda faiz düşerse yatırımın falan artmayacağını zaten Babacan ve Başçı da biliyor. Bilmeyenler de AB ekonomilerine, Japonya’ya baksın…Bakan ve Başkan tabloyu bildiklerinden dolayı her türlü can yakıcı eleştiri karşısında sessizliklerini koruyorlar. Piyasaların çok iyi bildiğini onlar  çok daha iyi biliyor. Bugün Merkez Bankası bağımsızlığı ve döviz kuru hepimizin sorunu. Bu eleştirlerin önü alınamaz ve kurdaki ani sıçramaların ve volatilitenin şiddeti artarsa hiçbirimiz için hayırlı olmaz.

Ankara En İyi Avukat MCT Hukuk, Avukat Mesut Can TARIM, Ankara, Balgat